25 Nisan 2012 Çarşamba

DİN ÜZERİNDEN SİYASET


Son zamanlarda din üzerinden siyasey vurgusu yapılmaktadır.Türkiye cumhuriyeti laik bir hukuk devleti'dir.Bu sistemle idare edilen ülkelerde din ve devlet işleri bir birinden ayrılmıştır.Din kutsal ve saiyaset üstü olduğu içindir'ki asla ve asla siyasetle karıştırlmaz din üzerinden siyaset yapılmaz..
Demokratsiyle idare edilen ve aynı zamanda laik olan Türkiye Cumhuriyetinde artık din üzerinden siyaset yapılmaktadır.
Bazı siyasetçiler din ile siyaseti karıştırıp dini duyguları sömürme cihetine gitmektedirler.
Unutulmamalıdır'ki siyasette yalan var ancak dinde yalan olmaz.Dini siyasete karıştırmak yani yalana bulaştırmak günah olduğu gibi tutucu kesimleri tahrik ederek ülkedeki birliği ve kardeğliği bozmaktadır.
Ülkemizde trendi aşağıya doğru inişe geçek siyasetçiler sürekli olarak dini siyasetle harmanlayarak yeniden yükselme ve kaybolan prestijlerine yeniden kavuşmak gayreti içine girmiş bulunmaktadırlar.
Dini bütün bir müslüman dini siyasete ve kendi şahsi çıkarı uğruna kullanma amacı gütmez.Böyle bir tutum hem dine hemde devletin genel yapısına ve laikliğe büyük ölçü'de zarar verir.Dini kullanarak iktidarı ele geçiren siyasi iktidarların hiç biri uzun ömürlü olmamıştır.Bu iktidarlar ya halk tarafından yerle bir edilmişler yada başkaları gelip bu iktidarları ortadan kaldırmıştır.Örnek vermemiz gerekirse Afganistan örneği bize herşeyi açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Neden din diye siyaset sahnesine çıkıyorlar.? Çünkü kültür seviyesi düşük olan ülkelerde halk üzerinde etkili olmanın en basit yolu din üzerinden siyaset yapmaktır.Din üzerinden siyaset yaparak halkın sempatisini ve desteğini kazanmak yoluyla iktidar olmayı denerler.Bu deneme bazen kansız bazende kanlı bir şekilde sonuçlanır.
Bizim ülkemizde'de siyasi rakiplerine üstünlük sağlamak ve kaybedilen siyasi itibarı geri kazanmak uğruna bir çok siyasetçi din üzerinden rakiplerine yüklenmekte ve ülkenin geleceğini huzur ve birliğini tehlikeye atmaktan çekinmemektedirler.Böyle bir yanlışa düşen siyasetçiler geç kalmadan bu tutumlarından vaz geçip dinin kutsallığını anlayıp dini siyaset üstü tatarak siyasi malzeme olarak kullanmaktan vargeçmelidirler.
Bunu hem inandıkları din için yapmalıdırlar,hemde ülkenin birlik ve bütünlüğü için yapma gereğini duymalıdırlar.Mezhepçilik,ayrımcılık,ikilik,senlik,benlik bir kenara bırakılarak dini,dili,ırkı,mezhebi ne olursa olsun tüm vatandaşlar yasalar önünde eşit tutulmalıdır.Aksi halde siyasi iktidarlar bu vebalin altından kalacaklar.
Tv haberlerini izlerken İsmet İnönü ve camiler üzerinden siyaset yapan Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan rakibi Kemal Kılıçdaroğluna yine din üzerinden yüklenerek şöyle diyordu.Zaten onun yeri yurdu ne olduğu bellidir diyerek Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi olduğunu ima ediyordu.
Siyasetin böylesini biz AKP iktidarı döneminde gördük.Bu ülke'nin asli kurucuları olan Alevilerden bir vatandaş parti başkanı olup bu vesileyle Başbakan olamazmı.Başbakan ve onun gibi düşünen kimselere göre olmaması gerekir.Çünkü onların tek isteği var Türkiye bir sunni devletidir diğer kesimlerden hiç kimse başbakan yada cumhurbaşkanı olamaz.
Bu nedenle bazı siyasetçiler komşu ülkelerdeki iç meselelerde taraf olma çabası içine girip o ülkelerdeki sunni direnişleri desteklemektedirler.Bu tutum son derece sakıncalıdır.Yezit de böyle bir politika gütmüş iktidarda kalmak için Hz.Muhammedin öz torunlarını kerbela çölünde akıl almaz bir biçimde şehit etmiş ve müslümanları bölmüştür.
Yezide müslüman diyorlar ancak o  kendi peygamberinin öz torunlarını ve onların aile bireylerini suzuz bırakarak kılıçtan geçirip atlara çiğneten biridir.Bu adamım ne kadar müslüman olduğunu gerçek müslümanlar çok iyi bilmektedirler.
Ülkemizde hala Yezide hazreti yeziy diyen müslümanlar var.Bu nasıl bir tezatırki peygamberine kin güdüp onun evlatlarını şehit eden bir adama hazret diyorlar.Gelin birlik olalım yezitliği içimizden söküp atalım bir ve birlik olalım kardeşçe bir birimize sarılıp hep birlikte ülkemizin birlik ve beraberliği için çalışalım.Dünya'ya barış ve huzurun gelmesi için çaba gösterelim.

27 Mart 2012 Salı

KİME HAYIRLI OLSUN

 
 
Sivas madımak otelinde yakılarak hayattan koparılan 35 aydın'a ait davanın zaman aşımına uğratılarak sona erdirilmesi ile ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Memlekete vehayırlı             
olsun sözleri ciddi bir devlet adamına yakışmayan sözlerdir   
Bu sözle ilgili olarak kafamı kurcalayan sorular şunlardır.Madımak otelinde 35 aydını diri,diri yaktılar.Bu insanları yakanlar tesbit edildiler.Bunlardan bazıları tutuklanarak cezaevine kondular.Ancak bu işi organize eden ve elebaşı oldukları bilinen diğer sanıklar yargı önüne çıkarılmadan elini kolunu sallayarak firar ettiler.
Bu sanıklardan elebaşı Cafer Erçakmak Sivasın dışına çıkmaya bile gerek duymadan Madımak oteline 500 metre mesafede bulunan kendi evinde yaşamına devam ederken güvenlik güçleri tarafından yakalanmaması ve hastalanarak eceliyle ölmesi vicdan sahibi olan herkesi derinden üzmüştür.Cafer Erçakmak'ın yılarca aranmasına rağmen bulunmaması öldüğünde evinde saklandığı tesbit edilmesi bu kişinin bazı devlet güçleri tarafından himaye edildiği göz ardı edilmeyecek bir gerçektir.
Kırmızı bültenle aranan diğer sanıklar hiç bir engelle karşılaşmadan elini kolunu sallayarak ülkeden kolaylıkla çıkarak Almanya'ya yerleşip orada iş güç sahibi olum refah içinde yaşamaları hangi akıl ve izanla anlatılabilir.Devlet içerisindeki bazı önemli güçler tarafından himaye görmeden bu sanıkların yurt dışına çıkmaları ve bilinen dost bir ülkede açıkca yaşamlarını sürdürmeleri mümkün olabilirmi?.Derin devlet denen şeyin bu kimseleri himaye ettiği ve koruduğu gerçeği gizlenmeyecek kadar gerçektir.
Başbakan Tayyip Erdoğan sürekli olarak derin devletten söz etmekte ve derin devlet denen illegal oluşumun işlediği cinayet ve suçları ortaya çıkarmak için tüm imkanları seferber etmektedir.Buna karşılık Madımak mağdurlarıyla ilgili davada neden sessiz kaldığı ve sadece hayırlı olsun sözüyle kafaları karıştırdığını anlamak mümkün değildir.
Madımak davası bir insanlık davasıdır.Bu dava bir hukuk devleti olan Türkiye'de utanç abidesi olarak ortada durmaktadır.Bu dava'nın zaman aşımına uğratılarak rafa kaldırılması daha'da utanç vericidir.İnsanları dir,diri yakanlar belki bu dünya'da ceza almaktan kurtulmuş olabilirler.Ancak öbür dünya'da Allah'ın adaletinden ve onun cezasından nasıl kurtulacaklar.
Kuran-ı Kerimde savaş hali dışında suçsuz bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmekle eş değerdir hükmü vardır.Bu olayı din uğruna yaptıklarını söyleyenler Allah'a nasıl hesap verirler.Hani bunlar Müslümanlardı.Bumudur Müslümanlık.
Yezit'de Müslüman geçinirdi.Zorla Halife olan yezit Hz.Muhammed'in gerdanından öptüğü benim iki gözümün nuru dediği torunu Hz.Hüseyin ve tüm aile efradını çocuk kadın demeden kerbela'da akıl almaz bir biçimde şehit etmişti.
Hangi gerçek dindan yapılan bu zulümleri islamla alakalandırabilirki.Bu zalimce davranışları doğru bulanların Müslümanlığından şüphe edilmezmi.Müslümanlıkta böyle bir anlayış varmıdır.Müslümanlık hoş görü ve sevgi dinidir.Gerçek bir Müslüman kendisine reva görmediğini başkasına reva görmez.Başbakan neye hayırlı olsun demektedir.Bu olayda insanlar yakılmıştır can alınmıştır.Hayır bunun neresinde vardır.Bunu anlamakta zorlanıyoruz.Bir inanan olarak hayra'da şer'e de inanıyorum ancak hayrı ve şer'i bir birinden ayırmak gerekir.Eninde sonunda hak hakka tecelli edecektir.Haksızlığın ve zalimliğin hakim olması kimseye fayda sağlamaz.Sadece haksızın ve zalimin işine yarar.

20 Şubat 2012 Pazartesi

DİK DURMAK YADA EĞİLMEK



Bu yazımda işleyeceğim konu! insan yaşamında
etkili olan insanları yanlış veya doğru yönde karaktyerize eden iki farklı eksen üzerinde açıklamalarda bulunduktan sonra takdiri sizlere bırakmak istiyorum.
Konu'yu algılamakta zorlananlar için belirtmek istiyorum.Dik durmak robot gibi iki ayak üzerinde durmak anlamına gelmemektedir.Eğilmek ise karın ağrısına yakalanmış gibi iki, büklüm durmak anlamına gelmez.
Dik durmaktaki kasıt haksıza,zalime,nekese,İpsize,pirsize kısacası her türlü kötülüğe ve kötüye karşı durmaktır.Aksi davranış ise zalime ve haksızlığa boyun eğmek el avuç oğusturmak zalimin zulmüne boyun eğmek ona karşı direnmemek kısacası zalim ve onun zulmüne karşı boyun eğmek ve eğilmektir.
Haksıza ve haksızlığa karşı dik durmak onunla mücadele etmek Onurlu insanın yapacağı en ulvi görevdir.Bu yapılmadığı takdirde iyinin kötü'den hiç bir farkı kalmaz.
Yapılan kötülüğe ve zulme seyirci kaldığımız takdirde dünyamızı yaşanmaz hale getirmiş oluruz.Doğru eksen'de hareket eden insanlar dünyevi hiç bir şeye önem vermezler.Mal,mülk vepara'ya önem verildiği takdirde insanlar ister istemez ilke edindikleri doğrular'dan taviz vermek zorun'da kalırlar.
İlkelerine sıkı,sıkıya bağlı olan insanlar asla taviz vermezler.Dürüst darvanmaktan ölümüne vaz geçmezler zararı ziyanı düşünmezler.Sonuç ne olursa olsun zalimin zulmüne ve kötülüğe karşı eğilmezler karşı durur ve o kötülüğü ortadan kaldırarak zalimleri yenmeğe çalışırlar.
İlkeli insan ekseni'nin zıddı olan eksen'de yeralan kimseler ise zalimin karşısında sessiz kalırlar el avuç oğuşturup iki büklüm olurlar.Kötü'nün kötülüğüne göz yumarak davranışlarıykla yapılan kötülüğe katkı sağlarlar.
Bunu yapmalarının nedeni ise çıkar,mevki,makam ve benzeri dünyevi işler gelmektedir.İlkelerine sahip çıkmayarak kötüye taraf olan kimseler zayıp karekterli kimselerdir.Böyle insanlara iki yüzlü karaktersiz ve riyakar kimseler denir.
Toplumun genel yapısına zarar verenler zayıf karaktere sahip olan kimselerdir.Dünya malı,mülkü bu gibi karakterler için onurdan,şereften daha kıymetlidir.
Kısa satırlarla izaha çalıştığım ve sizlarin'de kolaylıkla anlayabileceğiniz iki çeşit insan tipini sunmuş oldum.Hangi tipi kabulleneceğinize siz karar veriniz.Dik durmak yada eğilmek?
Bana sorarsanız ben malı mülkü istemiyorum.Kimseye muhtaç olmadan yaşamımı sürdürmek yeterli olur kanısındayım.Çünkü insanlar öldüklerinde kazandıklarını sırtlayıp öbür dünya'ya götürme imkanına sahip değildirler.Onun için haksıza,haksızlığa,kötüye ve kötülüğe karşı durma, tercihimdir.
Bu karşı duruşu yaparken kırmadan,dökmeden,yıkmadan yapmalıyız.Aksi takdirde kötünün ve kötülük yapanların ağına düşeriz.Böyle bir durumda onlardan hiç bir farkımız kalmaz.



22 Ocak 2012 Pazar

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TOPLUM

        


Geçmişten günümüze toplum başlıklı bu yazımda yaşadığım ve çocukluğumun geçtiği yöre ve bu yöreye mensup toplumun dününü ve bu gününü değerlendirmeye çalışacağım.Çocukluğumun geçtiği ve 17 yaşına kadar irtibatlı olduğum yöre insanları ve kendi yakın çevremin geçmişten günümüze nasıl bir konuma geldiğini tutarlı toplum değerleri'nin nasıl bir,bir ortadan kalktığını mümkün olan en doğru bir biçimde anlatmaya çalışacağım.hernekadar 1950 doğumlu yazılsamda asıl doğum tarihim 1948 yılıdır.
Buna göre 63 yaşını aşmış bulunmaktayım.34 yılı aşkın bir süredir istanbulda yaşamaktayım.Aslen Bingöl'e bağlı ve o dönemler tek ilçe olup sonradan dört ilçeye bölünen Kığı ilçesinin Sütlüce(Darabi) köyünde dünyaya gelmişim.
Bir insa'nın en güzel günleri olan çocukluğum kendi köyümde geçti.Benim doğduğum köy'le birlikte  yürüyerek birbirine 15-20 dakika mesavede olan toplan sekiz köyün bulunduğu bölgeye Karer bölgesi denir.Bu bölge adını yörenin sembolü haline gelen Karerbaba dağından almıştır.Benim çocukluğumun geçtiği bu yörenin insanları gayet sevecen,dürüst ve tutarlı insanlardı.
Nezih sevecen,tutarlı,yardımsever,dürüst ve doğrudan yana olan bu insanların çucukları ve torumları olan bizler ve bizden sonraki nesiller ne yazıkki atalarımızın kemiklerini sızlatmaktayız.Yörede iş alanlarının ve arazinin azlığı nedeniyle batıdaki büyük şehirlere yoğun göç olmuştur.Özellikle İstanbul ve İzmir gibi iller bu göçten büyük pay almıştır.
Yöredeki ekonomik zorluklar ve gelir azlığı nedeniyle büyük şehirlere göç eden bizler ve bizden sonraki kuşakların ekonomik anlamda geşmişe nazaran çok daha güçlendiklerini hatta bazı hemşehrilerimizin zenginleştiklerini görmekteyiz.Ekonomik anlamda güçlenmek ve daha güzel bir yaşama kavuşmak yöre insanlarından biri olarak beni memnun etmektedir.
Bütün bu olumlu gelişmelerin yanı sıra sekiz köyden oluşan karer yöresine mensup bu hemşerilerimizin %80 ni dedelerinin mal ve mülk ile ölçülmeyecek kadar değerli olan özelliklerini kaybetmiş bulunmaktadırlar.
Büyük şehirlerde yaşayan hemşerilerimiz edindikleri kötü davranışların başında dedi kodu,bir birlerini yermek,kötülemek,çekememek hatta çamur atmak gibi alışkanlıklardır.Bu alışkanlıkları edinmekle birlikte cenaze definleri dışında bir araya gelmeyip kopuk yaşayan,bir birine sahip çıkmayan bir toplumun oluştuğunu görmekteyiz.İnsanlarımızın bu dağınıklığı geçmişine sahip çıkan hemşehrilerimizi üzmektedir. 
Bizler böyle düşünürken kötü alışkanlıkları marifet sayan kimseler kendi  atalarını beğenmedikleri gibi o güzel insanları cahalet ve bilgisizlikle suçlamaktadırlar.
Önderi çok olan toplumlar eninde sonunda dağılmaya ve tarihin derinliklerine gömülmeğe mahkumdurlar.Karer toplumunda'da önderlerin çoğaldığını görmekteyiz.Öyle'ki neredeyse herkes kendisini önder olarak görüp liderliğe soyunmakta ve bilgiçlik taslamaktadır.Toplumlarda'ki çok başlılık yarar değil zarar getirir.
Birileri çıkıp kurumlaşmış yöre dernekleri aracılığıyla toplumu kaynaştırarak kendi asıl değerlerine yönlerdirmeye çalışmaz ise bir kaç yıl sonra karer toplumu diye bir toplumdan bahsedilmeyeceğini bizden sonraki kuşaklar bariz bir biçimde göreceklerdir.
Mevcut derneklerin bir araya gelemediklerini ve birlikte hareket etmediklerini görmekteyiz.Aktif olan derneklerin toplumu yeterince kaynaştırmadıkları birlik ve beraberliği sağlayamadıkları ortadadır.Bu derneklerimiz çaba harcamaktadırlar.Ancak hem maddi hemde manevi açıdan yetersiz kaldıkları kanısındayım.Umarım benim düşüncelerimin aksine karer toplumu geçmişine sahip çıkarak toplumsal birlikteliğini sağlamış olur.


 




HOŞ GELDİNİZ