14 Aralık 2011 Çarşamba

DİYANET'TE MELE UYGULAMASI



Başbakan yardımcılarından Bekir Bozdağ.Doğu ve Güneydoğu illerimizde halk arasında sözü geçen ve saygınlığı olan Mele,Molla ünvanına sahip kimselerden Diyanetin kadrosuna 1000 kişi alacaklarını ve alınan bu kişiler arasında Caferi din adamlarının'da olacağını açıklamıştır.Cumhuriyet treni'nin raydan çıkarılması,zarar verilmesi ve hatta tamamen ortadan kaldırılması için büyük gayret ve çabaların olduğunu görmekteyiz.Bu çabaları destekleyecek nitelikte'ki açılımlar hükümet tarafından önerilir ve diyanet işleri Başkanlığı tarafından uygulanır.
Osmanlı devletin'de uygulanan molla sistemi'nin Laik demokratik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde'de uygulanma çabaları sinsi bir biçimde sürmektedir.Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da azda olsa dini bilgisi olan kimselere Melle diye hitap edilir.Melle ünvanına sahip kimseler halktan saygı gördükleri gibi onların telkin ve önerilerine değer verilmektedir.
Gelelim bu ünvana sahip kimselerin dini eğitim konularına.Melle denen insanlar devletin Milli, Eğitim Müferedatı içerisinde yer alan İmam Hatip Liselerinde veya İmam Hatip Faskülterlerinde okuyup Melle veya Molla ünvanına sahip olmamışlar.Bu ünvana sahip olan kimseler kendi yörelerinde medrese adı verilen özel kurslarda veya arapça harflerini bilen ve halk arasında Melle ünvanına sahip kimseler tarafından eğitilmiş olan kimselerdir.
Bu insanların %98 okuduğu kuran ayetlerinde'ki anlam ve manaları çözmekte yetersiz,hatta bu bilgiden yoksundurlar.İslam dini'nin uygulayıcı kitabı olan Kuran'ın içeriğini bilmeden yorum yapan bir Melle veya Molla'nın dini konularda telafisi mümkün olmayan yanlışlara neden olduğunu aklı başında Olan her insan bilmektedir.
Kürt açılımında başarısız olan hükümet bu uygulamayla Doğu ve Güneydoğuda'ki insanları denetim altında tutmayı amaçlamaktadır.Yapılan böyle bir uygulama'da Türkiyede'ki dini inançların ikinci büyük gurubu olan Alevilerden hiç söz edilmemesi dikkat çekicidir.Bu konuya alevileri dahil etmemelerine şaşmamak gerekir.Aleviler dine çok saygılı olmalarına rağmen uygulamada din ve devlet işlerinin bir birinden ayrı olmasından yanadırlar.Bu nedenle molla eğemenliğinde'ki yönetimlere karşı çıkarlar.Aleviler bu çağdaş ve kararlı tutumları nedeniyle gerek Selçuklular gerekse Osmanlıların II Beazıt döneminden başlamak suretiyle diğer dönemler ve Osmanlı'nın ortadan kaldırılmasına kadar defalarca kıyıma uğramış haklarında dinin kabul edemeyeceği iftira dolu fetvalar yazılmıştır.Alevilerin devlet yönetiminde'ki Molla eğemenliğine karşı durmaları on asır öncesine dayanmaktadır.
Devlet ve diyanet yöneticileri bunu bildikleri için bu uygulamada Alevilerden söz etme gereğini duymamışlar.Devleti yönetenler ne kadar kaçarlarsa,kaçsınlar eninde,sonunda Alevilerin ibadet yeri olan cemevlerini kabul etmek zorunda kalacaklar.
Dönelim Mele ugulamasına.Diyanet işleri Başkanlığı Hükümetin talimatıyla kendi bünyesine katmayı düşündüğü 1000 kişilik Mele kadrosu için sınav yapmayı düşünmektedir.Ne demişler minareyi çalan kılıfını uydurur. Sınavla almayı düşündükleri mele'ler için yaş sınırı olmayacağı sınavı geçen Melelerin altı aylık kurs döneminden sonra istihdam edilecekleri söylenmektedir.
Altı aylık kurs hata kabul etmeyecek kadar hassas olan din eğitimi için yeterli olurmu dersiniz?.Yeterli olup olmayacağını herhalde bu uygulamayı yapmaya çalışanlar bilmektedirler.Sade bir vatandaş olarak altı aylık eğitimin  yeterli olmayacağı kanısındayım.Pratikte belki ancak genel anlamda kesinlikle yeterli olmaz.
Eh ne diyelim alınacak olan 1000 kişilik Mele'nin vereceği fetvalar sayesinde doğu ve güneydoğu'da'ki bir çok olumsuz mesele çözülmüş olur.Niye bu satırı yazdığımı düşünmeyin nasıl olsa fetvalar dönemi başlamıştır.Memlekete hayırlı olsun.

10 Aralık 2011 Cumartesi

TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ ANLAYIŞI






Demokrasi çağdaş yaşamın olmazsa olmazlarındandır.Demokrasiyle idare edilen ülkelerde din,dil,ırk ve mezhep farklılıkları gözetilmeden bireyin tüm hakları güvance altına alınır ve bu haklara demokrasi çerçevesi dahilinde riayet edilir.
Türkiye Cumhuriyeti demokrasiyle idare edilen sosyal bir hukuk devleti olarak kuruldu.Dünyada'ki demokratik sistemlerde olduğu gibi bizde'de din,dil,ırk ve mezhep farklılıkları gözetilmeden ülkede yaşayan tüm insanların yasalar önünde eşit oldukları,bireyin hak ve hukukuna riayet edileceği Anayasa hukukunda belirtilmiştir.
Ülkemizde'ki demokrasi anlayışında ve Anayasa hukukumuzda bütün bunların olmasına karşın uygulamada çok ciddi aksaklıkların olduğunu hepimiz biliyoruz.Keyfi uygulamalardan tutu'da din,dil,ırk ve mezhep ayrılıkları üzerinden uygulamalar yapıldığı gizlenmeyecek kadar açıktır.Oysa demokrasilerde bireyin hak ve özgürlüğünün anayasa teminatı altında olduğu vurgulanmıştır.
Demokrasiyle idare edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında toplumu ve bireyi ilgilendiren tüm haklar teminat altına alınmıştır.Bu haklar maddeler halinde Anayasa'ya eklenmiştir.
Demokratik anayasamızda bu gerçekler varken uygulamada bazı hakların sadece kağıt üzerinde kaldığını üzüntüyle izlemekteyiz.
Demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmayan bazı uygulamaları örnek olarak vermek gerekirse,gözaltıların aylarca hatta yıllarca sürmesi,Demokratik hakkını kullanarak protesto eylemi gerçekleştiren öğrencilerin iki yıl,üç yıl gibi cezalarla cezalandırılmaları.Sadece fikir ürettikleri için gazeteci,yazar ve bilim adamları caza almadıkları halde yıllarca hapis yatmaları,Halkın oylarıyla seçilmiş  olan Millet Vekilleri'nin daha önce örnekleri olmasına karşılık serbest bırakılmamaları.Gözaltına alınan vatandaşların karakollarda şiddete maruz kalmaları gibi demokrasi ve insan haklarıyla uyuşmayan daha yüzlerce yanlış uygulamayı sayabiliriz.
Ülke'nin geleceği üniversite gençleri sadece demokratik hak olan protesto eyleminde bulundukları için okullarından uzaklaştırılmaları ve bazılarının tutuklanarak üçer beşer yıl hapis cezasıyla yargılanıp bunlardan bazılarının  hak etmedikleri halde ceza alarak hapis yatmalarını demokrasi'nin hangi kuralına uyar.
Başbakan'ın Hopa'da protesto edilmesi sırasında kalp krizi geçirip ölen emekli öğretmen Metin Lokumcunun ölüm nedenini protesto eden öğrencilerin gözaltına alınıp hapis istemiyle yargılanmaları hakgi demokratik sistemde vardır.
Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinden Cihan Kırmızıgül Kağıthanaede'ki otobüs durağında otobüs beklerken sadece boynunda puşu var diye eylemci olarak tanımlanarak göz altına alınması demokrasi ve insan haklarına uyarmı.Puşu giysidir her insanın bir giyinme biçimi ve zevki vardır.Birilerinin giyim zevki başkalarının hoşuna gitmedi diye terörist ilan edilerek tutuklanmasımı gerekir.Bumudur demokrasi anlayışımız.
İzmir karabağlar'da eşiyle birlikte bir müzikhol'de oturan Fevziye Cengiz polisin kontrolü sırasında sadece kimliği olmadığı için göz altına alınmış eşi kimliğini getirdiği halde karakola götürüldüğü sırada eşi Murat Cengiz karakola alınmayarak Fevziye Cengiz iki sivil polis tarafında karakolda Kıyasıya dövüldükten sonra serbest bırakılmıştır.
Savcılığa suç duyurusunda bulunan Fevziye Cengiz'iğn dayak görüntüleri ortadayken savcı mağdur konumunda olan davacı Fevziye Cengiz'e 6.5 yıl ceza isterken zorba polislere ise 1.5 yıl ceza isteminde bulunmuştur.
Savcı'nın bu yanlı tutumu hangi, insan haklarında,hangi demokrasi anlayışında vardır.Adalet terazisi'nin eşit durmadığı bir sisteme demokrasi diyebilirmiyiz.Türkiye demokratik sistemle idare edilen laik bir Cumhuriyettir.Ancak bizim ülkemizdeki uygulamalara bakıldığında demokrasi alanında daha çok yol kat etmemiz gerektiği ortadadır.Münferin olaylar dışında umarım'ki demopkratik hak ihlalleri sona erer ve ülkemiz hak ettiği gerçek demokrasiye kavuşur.Anayasada'ki demokratik ve insan hakları uygulaması onu ihlal edenlerin'de güvencesidir.
Bu hakları kişisel düşüncesi doğrultusunda ihlal ederek insanları mağdur edenlere Allah akıl ve izan ihsan eyleyip ıslah etsin.

9 Aralık 2011 Cuma

DERSİM POLEMİĞİ VE ÖZÜR



1937-1938 yıllarında dersim(Tunceli) bölgesinde devlet tarafından uygulanan baskı ve kıyımlar gerek siyasette gerekse kamuoyunda tartışılmaya devam etmektedir.Kendisi dersimli olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu köşeye sıkıştırıp yıprapmak maksadıyla 1938 de dersimde yapılan katliam Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilerek konu üzerindeki polemiklerin ve söylemlerin alevlenmesi sağlanmıştır.
Amaç siyasi'de olsa 70 yıldır üzerine hasır çekilen bu acıklı olayın dilledirilmesi iyi olmuştur.Yapılan yorum ve tartışmalarda bazı siyasetçiler ve brokratlar devletçi bir görünüm ortaya koyarak dersimde bir isyan çıkmıştır devlet kendini savunmak için isyanı bastırmıştır tezini öne sürmektedirler.Bu tezi öne süren kimseler dersim katliamından  haberdar olmadıkları gibi yaptıkları yorumların tamamen siyasi ve taraflı olduğu gün gibi ortadadır.
Sosyal bir Hukuk devleti olan Türkiye'de hala faşist düşünceye sahip insanların olması  dikkatlerden kaçmamaktadır.
1938 dersim katliamı yapıldığı dönemde tek parti olan CHP ve onun Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu bu olay üzerinden yıpratılmak istenmektedir.
Gerek siyaset arenasında gerekse kamuoyunda yapılan tartışmalar neticesinde özür dilemesi gereken tarafın devlet olduğu,dolayısıyla günümüzde devleti yöneten yasama ve yürütme organlarının başındaki zatların devlet adına dersimlilerden özür dilemesi gereken kişiler olduğu hukukçular tarafından ifade edilmektedir.
Başbakan bunun farkına varmış olmalı'ki bir adım geri atarak prosüdürde böyle bir şey varsa bende özür dilerim hatta diliyorumda diyerek kendisi tarafından alevlendirilen dersim tartışmasının ateşini düşürmeye çalışmıştır.
Günümüzde adı Tunceli olan Dersim'de 1938 yılında devlet tarafından uydurulan isyan hikayesi üzerine girişilen toplu katliam'da resmi kayıtlara göre 13.680 kişi sözlü anlatımlara göre ise bu rakkamın çok üstünde dersimli kadın,çocuk,yaşlı ayırımı yapılmadan maydanlara doldurularak makinalı tüfeklerle taranarak ortadan kaldırılmışlar.
Öldürülen bu insanların cesetleri gaz dökülmek suretiyle yakılmıştır.Bir kısmı'da Munzur suyuna atılmak suretiyle ortadan kaldırılmışlar.
Hayatta kalan on binlerce dersimli Türkiye'nin çeşitli illerine sürgüne gönderilmiştir.
1937 ve özellikle'de1938 tarihinde dersimde yapılan kıyım ve katliamlar özürle giderilmeyecek kadar vahim ve büyüktür.Özür dilemek elbetteki erdemdir ancak dersim hadisesinde olduğu gibi bazı meseleler varki özürle giderilmeyecek kadar vahimdir.Özür kavramı son zamanlarda adeta moda haline getirilmiştir.Kim,kime ne yaparsa ötekinden özür diliyerek işin içinden çıkmaya çalışmaktadır.
Özürle telafi edilmesi mümkün olmayan dersim katliamı ile ilgili devletin yapacağı en doğru şey Genel kurmay Başkanlığı arşivi'de dahil olmak üzere tüm devlet arşivlerinin araştırmaya açılması ve bu arşivlerden elde edilen belgelerin içeriği kamuoyuna açıklanmasıdır.Devletin 1937-1938 dersim katliamıyla yüzleşmesi çok önemlidir.Bu yüzleşme yapılırken samimi olunmalı, o döneme ait ne varsa her şeyTürk kamuoyu ve dünya ile paylaşılmalıdır.
Dersim meselesi tüm gerçekliliğiyle ortaya çıkarıldıktan sonra olayla ilgili ne gerekiyorsa onun  yapılması ile birlikte o dönemi yaşayıp, hala hayatta olan dersimliler ve öldürülen on binlerce dersimli'nin yakınlarından özür dilenmesi ile birlikte dersim mağdurlarının tümüne tazminat ödenmesi gerekir.
Ayrıca böyle acı olayların bir daha yaşanmaması için olayın vehametini sergileyecek bir anıt dikilmelidir.

7 Aralık 2011 Çarşamba

ANADOLU'DA MİSAFİR AĞIRLAMAK



Günümüz koşullarında unutulmuş olan çok insani olan bir geleneği aklımın alabildiği kadarıyla aktarmaya çalışacağım.Yazımın başlığından'da anlaşılacağı gibi misafir ağırlamak ve misafirlikle ilgili gelenek ve görenekleri bildiğim kadarıyla sizlere aktarmaktır.
Anadolu'da köy yolları yokken insanlar şehir merkezlerinde satın aldıkları mamulleri at ve eşek sırtında patika yolları kullanarak köylerindeki evlerine taşırlardı.Köylerde otel,han gibi konaklama yerleri olmadığından dolayı yol yorgunu olan insanlar yolculuk esnasında vardıkları ilk köyde'ki köy sakinlerinden herhangi birine misafir kalmak zorundaydılar.
Yakın zamana kadar Anadolu köylerinde misafir ağırlamak,gelen konuğu olabildiğince memnun etmek ona en iyi hizmeti sunmak insanların vaz geçemedikleri bir olguydu.Bu gelenek ve görenek günümüz şartları dahilinde artık ortadan kalkmıştır.
Anadolu köylerinde misafir ağırlamak, gelen konuğa hizmet etmek onun gönlünü hoş tutmak adeta ibadet sayılırdı.İnsanlardaki inanış,misafire hizmet etmek onu memnun ederek gideceği istikamete yolcu etmek Hakka hizmet sayılırdı.
Çocukluğum döneminde kendi köyümüzde benim'de tanık olduğum misafirlik geleneği özetle şu şekilde ifa edilirdi.O dönemlerde anadoluda'ki köylere araç gitmediği gib kış mevsiminde karın yağmasıyla birlikte bir yerden bir yere yolculuk etmek oldukca yorucu olurdu.Şehirde alış variş yapan yada başka bir nedenle gidip gelen insanlar yol yorgunu olmalarıyla birlikte havanın kararması nedeniyle yol üzerinde bulunan köylerden birine geldiklerinde köy sakinlerinden birinin kapısını çalıp ev sahibine tanrı misafiri kabul edermisiniz diyerek kendilerinin misafir olduklarını anlatmaya çalışırlardı.
Misafirden gelen bu teklif zengin yada fakir hiç bir ev sahibi tarafından geri çevrilmezdi.Kış mevsiminde köy dışındaki alanlarda aç kurtların olduğunu bu nedenle gece yolculuk yapan insanların can emniyetinin olamayacağını her insan bilmekteydi.
Misafir ev sdahibi tarafından içeri davet edildikten sonra varsa elinde eşyası omuzunda heybesi alınıp müsait bir yere bırakıldıktan sonra misafirin üzerinde donmuş kar taneleri aile reisi'nin yardımıyla  temizlenir misafirin kardan dolayı ıslanan giysileri çıkartılarak kuru giysiler giydirilip el ve ayaklar yıkkandıktan sonra ısınması için gelen konuğa sıcak içecek ikram edilirdi.Isınma faslından sonra yemek yenir ondan sora'da ev sahibi ile misafir arasındaki sohbet faslı başlardı.
Büyüklerimiz misafir için şöyle derlerdi.Allah hayırlı misafiri kapımızdan eksik etmesin.Misafirin girdiği evde bereket olur inancı vardı.Hizmette kusutr etmeyen ev sahibi sabah olduğunda misafirinin yol hazırlıklarını yapar gelen misafirin yolu uzunsa yolda yemesi için heybesine yiyecekler koyar daha sonra misafirin sabah kahvaltısı yedirilir ve ev sahibi misafirinin heybesini omuzlayarak konuğunu köy dışına çıkarıp gideceği istikamete yolcu ettikten sonra evine geri dönerdi.
Günümüzde bu gelenek ortadan kalkmıştır.
Ekonomik şartların değişmesi ile birlikte toplumdaki gelenek ve göreneklerin farklılaşması'nın yanısıra kış aylarında köylere ulaşımın sağlanmasından kaynaklanmaktadır.

6 Aralık 2011 Salı

ANADOLU ALEVİLERİ

Bir Tv kanalında Anedolu Alevi,liği ve horasan erenleri üzerine yapılan tartışmayı izlerken Gazeteci,profesör gibi ünvanlara sahip olan katılımcıların açıklamaları ilgimi çekti.Bu tartışma esnasında Profesör titrine asahip olan konuşmacının Aleviler ve horasan erenleriyle ilgili yanlış saptamalarda bulunduğunu farkettim.Bu saptamalar ya kasıtlı yapıldı yada profesörün bilgi dağarcığında eksikler vardı.
Konuşmacılardan alevi kökenli olan gazeteci arkadaş alevi ve bektaşilerin orta asya'nın horasan bölgesinden anadolu'ya geldiklerini ve Anadoludan'da balkanlara kadar gittiklerini belgelerle açıklıyordu.
Profesör ünvanlı konuşmacı ise kendisi alevi kökenli olan bu gazetecinin açıklamalarına itiraz ederek hayır ben öyle düşünmüyorum aleviler Anadolu'nun yerli halkıdır bu topraklarda müslüman olmuşlar gibi yanlış ve kasıtlı vurgularda bulunmaktaydı.Bu profesör Türkiyedeki alevi nüfusuyla ilgili tesbitlerde bulunarak söylendiği gibi alevi nüfusu 25-30 milyon değil devletin tesbitine göre 5-6 milyon civarındadır iddiasında bulunuyordu.Alevilikle ilgili gerçeklere samimi yaklaşmayan bu profesörün elinden gelse Türkiyedeki alevi varlığını inkar edecekti.
Konuşmacı olan bu Profesörün gerçeklerden uzak ve yanlı olan görüşlerine yine kendisi gibi Profesör olan başka bir konuşmacı meslektaşından tepki geldi.Meslektaşının yanlış söylemlerine itiraz eden diğer prof.konuşmacı Alevi kökenli olan gazeteci konuşmacı'nın doğru söylediğini teyit ederek  Anadolu'da yaşayan alevi,bektaşilerin ağırlıklı olarak İran bir kısmı ise Türkmenistan ve Kazakistan toprakları içerisinde bulunan Horasan bölgesinden göç yoluyla Anadolu'ya geldiklerini ve bu topraklara dağılarak bir kısmının'da Balkanlara kadar gittiğini söyleyince inkarcı profesör o zaman doğrudur demek zorunda kaldı.
Tarihi gerçeklerin inkar edilmesi hiç kimseye yarar getirmez aksine toplumsal gerçeklere ve aydınlanmaya zarar verir.
Gerçek her zaman gerçektir onun üstünü ne kadar örterseniz örtünüz bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.Gelelim inkarcı profesörün vurguladıklarına.Kendisini bilim adamı olarak gören ve profesörlük titrine sahip olan bu adamın bilimden uzak alakasız ve yanlı konuştuğu gün gibi ortadaydı.
Bütün kaynaklar Alevi'lerin horasandan geldiklerini doğrulamaktadır.ayrıca günümüz Türkiyesindeki alevi nüfus yoğunluğunun devletin hsaplamalarına dayandırarak 5 yada 6 milyol civarındadır denmesi kesinlikle yanlıştır.Çünkü devlet koyun sayar gibi alevi nüfusunu saymamıştır.Bu konuyla ilgili bu güne kadar herhangi bir referandum yapılmadığına göre ne devlet nede sayın profesör bu konuda gerçek bilgiye sahip değildir.
Alevilerle ilgili olarak sadece alevileri yok saymaya meyilli bu profesör ve benzerlerinin yazmaları hariç bu konuyla alakalı yazılmış olan tüm eserlerde Osmanlı İmparatorluğunun kurucu unsurlarının aleviler olduğu vurgulanmaktadır.O dönemlerde Anadolu'da'ki nüfus yoğunluğunu aleviler ve bektaşiler oluşturmaktaydılar.
Bir ahi piri olan Edep Ali Osmanlı'nı kurucusu olan Osman Beyin kayın babasıydı.Osmanlı'nın ilk 200 yıllık döneminde aleviler el üstünde tutulmuşlar imparatorluk içerisindeki taht kavgaları ve çekişmeler nedeniyle bazı  padişahlar Alevi ve Bektaşileri hedef almış hatta katliamlar yapmışlar.
Bu kırılmalar ikinci beyazıt zamanında başlamış özellikle oğlu II Selim(Yavuz selim) döneminde ayuka çıkmıştır.Yavuz Selim döneminde alınan devlet kararlarında Osmanlının din anlayışı sadece hanefi ,sunni müslüman olarak uygulamaya konmuş ve aleviler yok sayılmıştır.Bu uygulamalar sonraki dönemlerde'de devam ederek günümüze kadar gelmiştir.
Alevilere yönelik asimilasyon ve kıyımlar devam etmiştir. II Mahmut döneminde bektaşilerden oluşan yeniçeri ocağı'nın topa tutularak ortadan kaldırılmasıyla birlikte Sırp asıllı çakma müsalüman olan kuyucu Murat paşa Padişahın emriyle alevi bektaşi katliamına girişmiş bu katliamda 75 bir kişiyi kesmek suretiyle kazdırdığı kuyulara atılmıştır.
Bu baskı sindirme ve asimilasyonlar nedeniyle aleviler kendilerini korumak için dağlık bölgelere çekilmiş ve bu engebeli arazileri yurt edinmişler.
Osmanlı'nın sürekli baskısı nedeniyle pek çok alevi ve bektaşi sunnileşmiştir.Ne yazıkki bu baskılar Cumhuriyetin döneminde'de sürmüştür.
Buna rağmen Aleviler kendi içlerinde sağladıkları dayanışma ve düzenle inanç varlıklarını günümüze kadar taşımayı başarmışlar.Günümüz Türkiyesinde hala 22-25 milyon civarında alevi ve bektaşi'nin yaşadığı en güçlü ihtimaldir.Bir ülkede hangi etnik kökenden kaç kişinin olduğu ancak gizli oyla yapılan bir referandum sonucunda belli olur'ki buda İnsan hakları evrensel beyannamesine aykırıdır.Profesörün iddia ettiği gibi Anadoludaki alevi bektaşi nüfusu az olsaydı Büyük Selçuklu devleti'nin ağır vergi yükü ve aşırı baskılarına baş kaldıran ve tarihte babailer ayaklanması adı verilen isyanda Selçuklu devleti temelinden sarsılmazdı.
Bu ayaklanmada selçuklular o kadar zor durumda kalmışlarki tamamen ortadan kaldırılma korkusu yaşamışlar.
İşin gerçeği 970 yılından bağlayarak 1200 lü yılların sonuna kadar devam eden göçle Anadoluya gelen alevilerin bir kısmı Balkanlara gitmiş ancak en yoğun nüfüs oranı Anadolu topraklarında kalmıştır.Bir kısmının baskılara dayanmayaramk asimile olmasına karşın hala yaklaşık 25 bilyon civarında Alevi'nin Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde yaşadığı gerçeği inkar edilemez.
Bu oranın aslında daha yüksek olduğu ancak bir kısım alevi'nin hala kendisini gizlediği önemli bir kısmının'da asimile olduğu inkar edilemez.





5 Aralık 2011 Pazartesi

ŞAŞIRMIŞTIR ROTASINI

Kimi yolcu kimi hancı
Kimi dünya'ya yabancı
Aslını inkar edenin
Yüreğine girsin sancı

Felek yakmış çırasını
Beğenmiyor atasını
Bulaşmış gayri meşruya
Anlamıyor hatasını

Değiştirmiş yaftasını
Karalıyor atasını
Girmiş bir çıkmaz sokağa
Şaşırmıştır rotasını

Gel yanlıştan dön geriye
Cemiyette yerin olsun
Sırt çevirme sen atana
Aslın,neslin belli olsun

MUHARREM ORUCU


Muharrem orucu genellikle Alevi,Bektaşi,Azeri ve Şii müslümanlar tarafından tutulan bir oruçtur.Muherrem orucu bazı sunni Müslümanlar tarafıdan'da tutulmaktadır.Muharrem orucu kameri ayların birincisi olan Muharrem ayında tutulmaktadır.Bu orucun başlangıcı kurban bayramı'nın ilk gününden başlayarak kurban bayramından yirmi gün sonra tutulur.
Hz.Muhamme Muharrem ayında 10 gün oruç tutmuş ve sahabeye'de tutmalarını söylemiştir.Hz.Muhammed muharrem orucuyla ilgili herkim'ki muharrem orucu'nu tutarsa bir sene oruç tutmuş sayılır diye buyurmuştur.Muherrem ayının kutsallığı ise bu ayda meydana gelen bazı dinsel olaylara dayandırılmaktadır.Muharrem ayında cereyan eden dinsel olaylar şunlardır.Adem peygamberin bağışlanması,Nuh peygamberin tufandan kurtulması,Yunus peygamberin kurtulması,İbrahim peygamberin nemrut'un ateşinden kurtulması,İdris peygamberin göğe çıkması,Yusuf peygamberin kuyudan kurtulması,Eyüp peygamberin yakalandığı amansız hastalıktan kurtulması,Musa peygamberin firavundan kurtulması,İsa peygamberin göğe çıkması,Hz.Muhammed'in müşriklerden kurtularak Mekkeden Medineye gitmesi,ve son olarak'da Hz.Muhemmed'in torunu kızı Fatıma ve Hz Ali'nin oğlu Hz Hüseyin ve 72 aile ferdiyle birlikte yezzit tarafından Kerbela'da şehit edilmesi Muharrem ayını çok daha kutsal bir ay konumuna getirmektedir.Bu nedenle tuytulan Muharrem orucu Alevi Bektaşi,Şii ve Caferi Müslümanlar tarafından çok önemsenmektedir.Hz.Hüseyin ve ehlibeyt mensuplkarının 10 Muharrem günü kerbela'da şehit edilmeleri sebebiyle bu ay yası matem ayı olarak kabul edilmektedir.
Hz.Muhammed'in 10 gün Muharrem orucu tutmasına rağmen Aleviler ve bektaşiler 10 günlük muharrem orucuna ek olarak kerbelada yezzit tarafından şehit edilen ehlibeyt mensupları anısına iki gün oruç tutarak toplam 12 gün muharrem orucu tutmuş olurlar.
Bazı Aleviler 12 günlük muharrem orucu dışında küfe'de şehit edilen Peygamber torunu Müslim akil ve iki masum çocuğu için üç günlük masumi pak orucu tutarlar.Bu üç günlük oruç yine muharrem ayında tutulmaktadır.
Alevi islam anlayışında hiç kimse oruç tutmaya zorlanmaz çünkü Alevilikte ibadet etmek tamamen rıza işidir yani kul ile Allah arasında olan bir meseledir her insanın sevabı'da günahı'da kendinedir kimse kimsenin ne sevabından nede günahından sorumlu tutulmaz.
Ramazan orucunda olduğu gibi Muharrem orucunda'da önce niyet edilir ve boy abdesti alınarak oruç tutulur.Muharrem ayında özelliklede oruç bitene kadar insanlar her türlü dünya zevkinden kinden,kibirden,fesattan,gıybetten uzak dururlar.Alevi,bektaşilerde Muharrem orucu boyunca duru su içilmemesine özen gösterilir.Su yerine çey,meşrubat,ayran gibi sıvılar alınarak vücudun su ihtiyacı kerşılanır.Bunun nedeniyse Kerbela'da şehit edilen peygamber torunlarının Yezit askerleri tarafından susuz bırakılarak şehit edilmeleridir.
Muharrem orucu bittikten sonra aşure pişirilir ve komşulara dağıtılır.Kimi Alevi ve bektaşiler oruç bittikten sonra kerbela faciasından sağ kurtulan İmam Ali Rıza için şükran kurbanı keserek kapı komşuya dağıtırlar.Caferiler ile Şiiler ise muharrem orucu bittikten sonra aşure dağıtıp kerbelada yaşanan acıyı bedenlerinde hissetmek amacıyla elleriyle, kimi yerlerde özel hazırlanmış zincirlerle bedenlerini kanatana kadar döverek acı hissetmeye çalışırlar.
Aleviler ve bektaşiler Muharrem orucu tutarken savura kalkmazlar.Oruç boyunca mütevazi sofralarda iftar açarlar.Bunun nedeni ise Hz.Muhammet ile damadı Hz.Ali ve kızı Hz. Fatıma'nın daima mütevazi hatta yoksul sofralarda iftar açmalarıdır.
Alevi geleneğinde oruç tutmayarak açıkta yemek yiyen insanlara tepki gösterilmez.Çünki her insan sadece Alşlah'a karşı sorumludur tutarsa sevabı kendisine tutmaz ise günahı kendisinedir.İnanan her insanın Yaradan'a ibadet etmesi en ulvi duygulardan biridir.Ancak hiç kimse bir diğeri tarafında ibadet etmeye zorlanamaz.İbadet tamamen rıza işidir gönülden gelen manevi duygudur.ky.b.l.sz.ank.





2 Aralık 2011 Cuma

PROFESÖR HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU



Türk hukuk sistemine büyük katkısı olan Ord.yz.Prof.Dr.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu yazdığı esrlerle Türk Hukuk sistemine büyük katkı sağlamış olan değerli bilim adamıdır.Hukuk devleti hakkındaki görüşleri ile kamuoyuna mal olmuş müstesna bir bilim ve fikir adamı olan Velidedeoğlu 24 Ağustos 1904 tarihinde istanbul'da doğmuştur.
İlk ve orta öğrenimini açaorum ve Yozgat'ta tamamlamış Lise'yi Anlkara,Konya ve Trabzonda tamamlamıştır.1928 yılında Ankara Hukuk fakültesinden mezun olmuştur.Türk Hukuk devriminin yapıldığı o yıllarda Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu büyük devrimin heyecanını Ankara hukuk fakültesinde yaşamıştır.
Hulkuk fakültesini bitirdikten sonra Adelet Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak1929 yılı başlarında hukuk dektorasını tamamlamak üzere devlet bursuyla avruypa'ya gönderilmiştir.
Hıfzi Veldet Velidedeoğlu avrupa'da batı hukuk sistemini daha derinden inceleme imkanını bulmuştur.
Avrupadaki doktora çalışmalarını tamamlayıp yurda döndükten sonra 31 mayıs 1934 te İstanbul Üniversitesi hukuk fakültesine medeni hukuk doçenti ünvanıyla atanmıştır.
Velidedeoğlu bu fakülte'de görevine devam ederek 1942 yılında profesörlüğe 1948 yılında odinalyüz profesörlüğe yükselmiştir.
Beş ciltten oluşan medeni hukuk kitabı yetmişe yakın bilimsel çalışma, inceleme,araştırma ve konferansı yanısıra Almanca ve Fransızca 15 kitap ve inceleme cevirileri yayınlanmıştır.
İlki 1946-48 ikincisi ise 1952-53  yılları olmak üzere İstanbul üniversitesi Hukuk fakültesinde dekanlık yapmıştır.
27 Mayıs 1960 günü milli birlik komitesince İstanbul üniversitesinde kurulan Anayasa bilim kuruluna seçilen Ord.yz.Prof.Dr.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu yeniden düzenlenen Anayasa tasarısı görüşmelerine katılmış ve bu tasarı'ya gerek biçim gerek sistem,gerekse konmak istenen bazı kuralları bakımından tasarıya muhalif kalarak kendi düşüncesi doğrultusunda bir Anayasa ön taslağı hazırlayarak Milli Birlik komitesine sunmuştur.
Hulkuk dili'nin yabancı terimlerden kurtularak Türkçeleşmesi Velidedeoğlu'nun önemli amaçlarından biri olmuştur.
Yazdığı tüm eserlerde sade bir Tğürkçe kullanmıştır.1970 yılında Türk dil kurumu tarafından yayınlanan iki cilklik eserde  medeni kanun ve borçlar kanunu hükümlerini günümüz Türkçesiyle anlaşılır hale getirmiştir.
Ord.Yz.Prof.Dr.Hıfzı veldet Velidedeoğlu fakülteden emekli olduktan sonra hukuk devleti ilkelerinin yerleşmesi için çaba göstermiştir.
Yazdığı makalelerle kamuoyuna yol gösterici olmuştur.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu 24 Şubat 1992 yılında 88 yaşında vefat etmiştir.Ky.al.br.tk.

26 Kasım 2011 Cumartesi

DERSİM KATLİAMI

Siyasi rakibi olan Kemal Kılıçdaroğlu'nu yıpratmak amacıyla Başbakan tarafından ortaya atılan Dersim katliamıyla ilgili gerek siyasi arenada gerek toplum nezdinde ve gerekse yazılı ve görsel basında olanca hızıyla tartışılmakta ve her kes kendisine göre yorum yapmaktadır.
Kabul eymek gerekirki Dersin katliamı Cumhuriyet dönemi'nin en acı ve en üzüntü verici ,aynı zamanda'da karanlıkta kalmış olaylardan biridir.Bazı siyasetçiler bu acı tabloyu meşru göstermek çabasındadırlar.Ne hazindirki logosunda halkçı damgası olan Cumhuriyet Halk partili bazı vekillerde bu olayı isyan ve baş kaldırı gibi göstererek meşrulaştırmak istemektedirler.
Milliyetçi Hareket parti Millet vekili Oktay vural Başbakana tepki gösterirken, dersinde yapılan nedir orada meydana gelen isyan bastırılmıştır.Başbakan neden bu olayı kaşıyor gibi yorumlarda bulunmuştur.Ceberrut düşüncelere göre dersinde öldürülen yaşlı ,kadın  çocuk toplan 13 bin insanın hepsi isyancıdır.
Hani bir söz vardır ağzı olan konuşuyor.O bölgede osmanlı döneminden gelen bir öfkenin olduğu bir gerçektir çünkü osmanlılar dersim bölgesine sürekli olarak baskı yapmışlar.Bu baskılara birde osmanlıların destekledikleri ağalık sisteminden kaynaklı baskılar'da eklenince ezilen halk kitlesi  Osmanlılara karşı zaman,zaman direnmiştir.
Öyle görülüyor'ki dersindeki baskılar Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda'da devam etmiştir.Yapılan baskı ve uygulamalara halk tepki gösterince baskılar daha'da arttırılmış ve dersim bölgesinde yaşayan halk topluluklarını sindirmek amacıyla Elazığda özel bir ordu oluşturulmuştur.Bu ordunun başına aslen Kastamonu'lu olan General Abdullah Alpdoğan getirilmiştir.
Özel yetkilerle donatılan bu birlikler dersimde dağa çıkmış ve resmi bilgilere göre sayıları beş bin civarında olan silahlı guruplara ulaşamayınca dersim vadisindeki sivil ve masum insanlara yönelmiştir.
Köy ve mezrelerdeki sivil insanlar evlerinden alınarak meydanlarda toplu halde acımasızca kurşuna dizilmişler.Bu yapılırken çocuk,yaşlı,kadın ayrımı yapılmamıştır.
Öldürülen insanlar istiflenmiş üzrine gaz döküldükten sonra ateşe verilip yakılmışlar.Öldürülen insanların bir kısmı'da Munzur suyuna atılmıştır.Dersin olaylarını bir benzeri sadece Hitler Almanyasında meydana gelmiştir.Dersin olaylarının hala canlı şahitleri vardır.O dönemi yaşamış olan bazı dersimliler hala hayattadırlar.Aynı zamanda olaya katılan bazı askerlerde hala yaşamaktadırlar.Devlet kendisiyel yüzleşmek istiyorsa yaşayan bu canlı tanıkları dinlemeli onların anlattıklarını topluma aktarmalıdır.Dersin katliamında  Çavuş rütbesinde asker olup yapılan katliamlara bizatihi tanık olan ve Yol Tv kanalında anılarını anlatan 90 sanlık bir vatandaş şöyle diyordu.
Dersin olaylarında bize yani askerlere tek kurşun bile atılmadı. Bir liste veriyorlardı listede yazılı olan kimseleri aileleriyle birlikte toplayıp getiriyorduk.Bir araya getirilen bu insanlar daha sonra sorgusuz,sualsiz kurşuna dizildikten sonra ölen insanların üzerine gaz döküp yakıyorlardı.Bu vatandaş şöyle haykırıyordu.Dersimde katledilen insanları gidin kutu deresine sorun.Bu sözdende anlaşılıyor'ki kutu deresi denen yerde çok sayıda dersimli katledilmiştir.
Öldürülen 10 binlerce dersimli masum ve günahsız insan boş yere ölmüşlerdir.Bu katliamı kamufle etmek amacıyla'da çeşitli senaryolar üretilmiştir.Bu seneryolardan biri'de Seyit Rıza'nın evinde İsa peygamberin parmağını bulunması ve Seyit Rıza'nı Ermenileri koruması gibi bahanelerdi.Seyit Rıza ve daha reşit olmamış oğlu Elazığ buğday meydanında gece fenerler ışığında idam edilerek bilinmeyen bir yere gömülmüştür.
Bu yarayı sürekli kaşıyan devlet artık kendi kendisiyle yüzleşmelidir.Bir komisyon kurulmalı ,arşivler açılmalı meydana gelen dersim olayı tüm gerçekliliğiyle ortaya konmalıdır.Ayrıca Buğday meydanında idam edilen seyit Rıza,oğlu ve yanındaki diğer kişilerin gömüldükleri yer tesbit edilmeli ve naaşları ailelerine teslim edilmelidir.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

SOSYAL BİREY VE DEVLET

Sosyal olma durumu genellikle bireyin toplum içerisindeki davranış biçimine denir.Başkalarıyla kolay iletişim kurabilen,arkadaş olabilen,birlikte yaşaması kolay ve hoş olan, kimselerin davranış biçimi için kullanılır.Uyumlu ve çabuk adapte olabilen tepeden bakmayn daha yapıcıı ve toplımsal meselelerde öncü olan ve bu anlamda çare arayan, örgütleyen ,çeşitli etkinliklerde bulunan kimseler biçiminde kullanılır.
Bu deyim sadece bireyler için kullanılmamaktadır.Mesela sosyal devlet,sosyal aile,sosyal toplum anlamında kulanılmaktadır.Bu eğilimde olan insanlar genellikle toplumsal ve sosyal örgütlenme gibi faaliyetlerde bulunurlar.Mesela kızılay,vakıflar,federasyonlar ve dernekler aracılığıyla bir çok sosyal faaliyette bulunurlar.
Kişinin bireysel olarak sosyal olmasının yanısıra toplumsal anlamda çalıçmalar yaparak toplumsal örgütlenmeye katkı sunması gerekir.Özellikle de gelir düzeyi düşük halk gurupları arasındaki dayanışmayı sağlayarak onları örgütlemek ve bu örgünlenme neticesinde kurulacak dernek,kooperatif benzeri kuruluşlar aracılığıyla ürünlerini daha kolay pazarlayacakları gibi hukuksal anlamda kendilerini daha iyi savunma gücünü elde etmiş olurlar.Bütün bu faaliyetller ancak demokrasiyle idare edilen ülkelerde mümkün olur.
Yukarıda saydıklarımın dışında toplumu oluşturan çeşitli guruplar arasındaki dayanışmanın oluşması ve barışın sağlanması sosyal bir görevdir.Guruplar arasındaki anlaşmazlıklar ,sosyal,yapıcı ve halk arasında saygınlığı olan kimseler tarafından yerine getirilmesi gerektiği gibi bu işlerin çözümünde asıl görev sosyal devlete düşmektedir.Topluluklar arasındaki anlaşmazlığı gidermek barış,birlik ve dayanışmayı sağlamak sosyal devletin başta gelen görevlerindendir.Devletin şemsiyesi altında yaşayan tüm insanlar bizim sosyal dediğimiz ve demokrasiyle idare edilen devletler için ayırdedilemez bir bütündür.Devlet birey ve guruplar arasında fark gözetmeden her birey ve guruba aynı mesafede durmak zorundadır.
Devletin yapacağı hizmetler ile gelir dağılımında bütün vatandaşlara eşit davranmak zorundadır.Demokrsiyle idare edilen sosyal devletin asıl görvi budur.Devletin bünyesinde faaliyet gösteren kamu ve özel kuruluşlar tarafından özellikle'de toplumsal anlamda fayda sağlamayan koşulların ortadan kaldırılması ve kötü koşulların etkileriyle mücadele edilmesi ,önleyici ve iyileştirici tedbirlerin alınması yine devletin başta gelen görevlerindendir.Bu gibi sorunlar dünya da olduğu gibi bizim ülkemizde'de tam anlamıyla çözüme kavuşturulmamıştır.Bu nedenle hala işsizlik ve yoksulluk devam etmektedir.Bir çok ülke'de olduğu gibi bizim ülkemizde'de çözüme kavuşturulması gereken çok sayıda sorun bulunmaktadır.Bu sorunları çözmek sosyal devlet ve devleti idare eden siyasi iktidarlara aittir.Devlet vatandaşını koruyup onun hak ve hukukunu savunarak anayasa güvencesi altına almak zorundadır.
Vatandaşın en büyük sorunu işsizlik ve sosyal güvenceden yoksun olmaktır.Bu sorun ancak sosyal güvenlik kurumları ve bu kurumlara bağlı olan kuruluşların etkin çalışması ve işsizliğin giderilmesiyle mümküm olacaktır.
Devlet vatandaşın sosyal güvencesini sağlamaz,onun ekonomik durumunu güçlendirip refaha kavuşturmaz ise en sosyal birey bile devlet karşıtı konumuna gelebilir.Sosyal devlet kavramı demokrasiyle idare edilen ülkeler için vaz geçilmez bir husustur.Devletin anayasasında bütün vatandaşlar eşittir maddesi bulunmaktadır.Anayasa'ya göre hiç bir birey yada gurup diğerinden üstün değildir.Ne yazıkki Anayasada yer almasına rağmen devlet tüm vatandaşlarına eşit mersafede değildir.
Siyasi iktidarlar oy ve iktidar kaygısıyla Anayasanın temel hak ve özgürlükler maddesini sürekli olarak ihlal etmektedirler.Aslında yapılan anayasal bir suçtur.Ancak hesap soran olmuyor.Anayasada'ki hak ve özgürlükler maddesi'nin ihlal edilmesinin en büyük zararını ülke çekmektedir.Bireyin sosyal ve ekonomik haklarla ilgili maddeler, Anayasa'nın üçüncü bölümünde düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 41 maddesin'de devlet ailenin huzur ve refahıyla özellikle de anne'nin ve çocukların korunması ile ilgili gerekli önlemi almakla mükelleftir.Anayasa'nın 42 maddesinde ise şöyle denmektedir.Hiç kşmse eğitim hakkından mahrum bırakılamaz.İlköğretin bütün erkek ve kız çocukları için zorunludur ve devlet okulları parasızdır.
Anayasa'nın 48 Maddesin' de ise birey her alanda sözleşme ve çalışma yapma hakkına sahiptir.49 Madde ise çalışmak her bireyin hakkıdır.Anayasa'nın 50 maddesi ise şöyle demektedir.Hiç imse yaşına,gücüne ve cinsiyetine uymayan işlerde çalıştırılamaz.Dinlenmek çalışanın hakkıdır.Ücretli, hafta ve bayram tatili ücretli yıllık izin hakkı ve koşulları yasayla düzenlenmiştir.
57 Madede ise her birey'in sosyal güvenlik hakkına sahip olması gerekir.Anayasa'nın 60 maddesi'de şöyle der.Devlet vatandaşının sosyal güvenlik haklarını sağlamakla mükelleftir.Ky-b.l.sz.a.say.10690
Anayasa'da yazılı olan maddelerin tam anlamıyla işletilmesi mevcut sosyal sorunların ortadan kaldırılmasına ve sosyal barışın oluşmasına önemli ölçüde katkı sağlamış olacaktır.Ülkedeki sosyal sorunların giderilmesi devletin güçlenmesine neden olacağı gibi ülkedeki sosyal huzursuzlukların ortadan kalkmasına neden olur.

Derviş Sevin





                                                                                                         


2 Mayıs 2011 Pazartesi

USAME BİN LADEN ÖLDÜRÜLDÜ

Suudi Arabistan'ın tanunmış ailelerinden Laden ailesine mensup olan Usame Bin Ladin'in önünde çok şaşalı ve rahat bir hayat varken o bu güzel yaşamı elinin tersiyle itmiş, dağlara çıkıp örgüt yönetmeyi, ses getirecek terör eylemlerine imza atmayı ve ismini bütün dünya'ya duyurmayı amaçlayark böyle bir yaşamı seçmiştir.
Usame Bin Ladin'in en çok ses getiren eylemi ise Bundan on yıl önce 9 Eylül günü Amerikadaki dünya ticaret merkezine yaptığı uçaklı saldırıydı.Bu saldırıda çok sayıda insan ölmüş ve dünya ticaret merkezi yanarak yerle bir olmuştu.Bu saldırı adeta Amerikalılar üzerine kara basan gibi çökmüş ve amerikalılar üzerinde bir korku travmasına neden olmuştu.
Her fırsatta Amerikalılar'a meydan okuyan Usame Bin Ladin'in Afganistan ve Pakistan arasındaki dağlık bölgede saklandığı Amerikalı yetkililerce dünyaya duyurulmuştu.Gerek Amerikan gizli servisleri gerekse Amerika ordusu Bin Ladin'in peşini bırakmayarak onun ve yönettiği El kaide terör örgütünün yaşam alanlarını havadan bombaladığı gibi karadan'da saldırılar düzenliyordu.
Bütün bu bombalama ve saldırılara rağmen gerek El kaide terör örgütü gerekse onun liderliğini yapan Usame Bin Ladin' etkisiz duruma getirilmemişti.El Kaide terör örgütü'nün kafir diye nitelendiği Amerikalılar ve diğer bazı avrupa ülke vatandaşlarına zarar verdiği gibi kendi dindaşı olan Müslümanlara'da zarar veriyordu.Mesela Afganistan ve Pakistanda bir çok müslüman El kaide örgütü tarafından öldürülmüştür.El Kaide terör örgütü bir çok ülkede terör faaliyetinde bulunduğu gibi Türkiyede'de terör eylemlerinde bulunmuştur.
El kaide'nin başı olan Usame Bin Ladin için muhtelif defalar öldürüldü yada öldü haberleri yayınlansada sonunda bu haberlerin asılsız olduğu ortaya çıkıyordu.Ancak 02.05.2011 günü yapılan yayınlardan anlaşılacağı üzere bu kez Usame Bin Ladin'in Öldürüldüğü gerçek olarak dile getirildi.
Amerika ulusal istihbarat örgütü olan FBI tarafından yeri tesbit edilen Usame Bin Ladin'e karadan operasyon düzenlenerek büyük oğluyla birlikte ölü olarak ele geçirilmiştir.Operasyonda Usame Bin ladin Pakistan'ın Afganistan sınırına yakın olan ve çok iyi korunduğu söylenen bir malikanede ölü olarak ele geçirildiği belirtilmektedir.Ladin'in cesedi Amerikalılar tarafından helikopterle Afganistana götürülmüş ve yapılan açıklamalarda İslami kurallara göre defnedileceği duyurulmuştu.Bu açıklamaya rağmen Usame bin Ladin'in cenazesi Bir Amerikan helikopteri tarafından alınarak okyanusta bilinmeyen bir nokta' da denize bırakıldığı yine Amerikalı yetkililerce açıklanmıştır.Usame Bin Ladin'in öldürüldüğüne dair A.B.D Başkan'ı Barac Obama tarafından resmen açıklandı.Obama Bin Ladin'in ölü yada diri yakalanması çalışmalarının yıllardır sürmekte olduğunu'da belirtmiştir.Obama açıklmasında Bin Ladin bir çok Müslüman'ın da canına kıymıştı.Gerekirse Pakistan'ın içinde de operasyon yapacağımızı söylemiştik.Pakistan Gizli serv
isiyle yaptığımız ortak çalışmalar olumlu sonuç verdi diyerek sözlerini sürdürmüştür.Usame Bin Ladin'in öldürülmesi Amerikan vatandaşları arasında büyük sevinçle karşılanmıştır.Ladin'in öldürülmesi terörün sona ermesi anlamına gelmemektedir.Ancak Ladin'in El kaide Terör örgütü üzerinde büyük etkisi ve nüfuzu vardı.
Büyük ihtimalle El kaide terör örgütü öldürülen liderleri Usame Bin Ladin'in intikamını almak için bir dizi eylemlerde bulunacaktır.Umarım bu eylemlerde masum insanlar zarar görmeyecektir.Lidersiz kalan El kaide için en güçlü adayın Usame bin Ladin'in bir numaralı yardımcısı olan Eymel El Zevairi gösteriliyor.Temennimiz dünya'daki terör eylemlerinin ve karışıklıkların son bulması ve dünya insanlarının huzur içerisinde mutlu yaşamasıdır.  

AYDINLIKTAN KORKANLAR

Aydınlıktan korkanlar uçan memelilerden olup kan emici olarak bilinen  yarasalar gibi karanlığı tercih ederler.Haber bültenlerini izlerken afganistan'da meydana gelen bir olay dehşet vericiydi.Karanlık yüzlerinin aydınlanmasını istemeyen ve cehaletin karanlığında varlığını sürdürmeyi amaç edinmiş bakişi yada guruplar genellikle kız öğrencilerin devam ettikleri bir okula gazlı saldırıda bulunmuşlar.Aynı okula devam eden kız öğrencilere daha önce'de kezzaplı saldırıda bulunan bu yoz kafalı kimseler bir çok kız çocuğunun yaralanmasına neden olmuşlardır.
Amaç nedir?.Karanlığın soğuk delhizlerinde ne yapacağını bilmeyenler masum ve savunmasız insanlara'a saldırarak onları cebren kendi karanlık dünyalarına çekmeye çalışmaktır.Cehaletin karanlık dünyasına hapsolmuş bu insanlar düşüncelerini zorla başkasına kabul ettirme gayretini sürdürmektedirler.Bu amaçla silahlı eylemlerde bulunarak masum insanların ölmesine sebep olmaktan çekinmemektedirler.
İlmi ve bilimi kafir icadıdır diyerek reddedip insanların okuyup aydınlanmasını istemeyenler kendi karanlık düşüncelerini insanlara zorla dayaymaktadırlar.Bu düşüncede olanlar közellikle kadın ve çocukların okuyup aydınlanmalarını istememektedirler.Gerek ailede gerek ülkede ve gerekse düny'da aydınlanmanın bir numaralı öğretmeni annelerdir.Kadın yani anne aydın ve kültürlüyse hem ailede hemde toplumda aydınlanmanın yolu açılmış olacaktır.Bu vesileyle insanlar aydınlandıkca cehaletin karanlık yüzü de aydınlanmaya başlamış olur.Çehaletten medet umanlar güzel islam dinini farklı yorumlayarak kendi karanlık düşünceleri doğrultusunda insanlara zorla dayatmaya çalışırlar.
Afganistanda yaşananların nedeni ise insanların çağdaş ve medeni dünyayla bir türlü entegre olmamalarıdır.Bu ülkede insanlar çağdaş medeniyetten uzak tutularak dinle alakası olmayan ancak dinde varmış gibi bir takım baskılara maruz bırakılmaktadırlar.
Yeryüzünde dört hak dinden bşka bir çok din ve inanç biçimi vardır.İnsan hakarına en fazla vurgu yapan din ise İslamiyettir.İslamiyetten önce Arabistan da kadınlar adeta bir eşya gibi kullanılır ve insan pazarında adeta bir meta(eşya) gibi alınıp satılırlardı.
O dönemler arabistan'da bazı kabileler doğan kız çocuklarnı diri,diri toprağa gömerek ölmelerine neden olurlardı.İslamiyetin yayılmasından sonra kadına değer verilmiş ve baştacı yapılmıştır.Hz.Muhammed döneminde kadınların ve kız çocuklarının okumaması yönünde hiç bir engel konmamıştır,aksine kadınlarında,kız çocuklarının'da okumaları telkin edilmiştir.Günümüzde din adına fetva verip kadınların ve kız çocuklarının,hatta erkek çocukların dahi okumasını günah sayanlar,kadını insan yerine koymayıp köle kabul edenler İslam dinine mensup olabilirlermi.Bazı kimseler hatta bazı topluluklar din olgusunu kendi düşünce ekseni içerisinde yorumlayarak siyasi propoğanda yoluyla veya zorla başkasına dayatmaktadırlar.
Bunun en bariz örneği günümüz afgaistanın'da yaşanmaktadır.Afganistan da'ki bazı guruplan kendi karanlık düşüncesini cebren insanlara dayatmayı amaçlamaktadırlar.Bu uğurda silah kullanarak insanların ölmesine ülkedeki huzurun yok olmasına neden olmaktadırlar.Müslümanlıkta nedensiz olarak,yani savaş hali dışında insan öldürmenin en büyük günah olduğu açıkca vurgulanmaktadır.Din adına adam öldürmek islam dinine kötülük etmekten bşka bir şey değildir.Çünkü İslamda şiddet haram kılınmıştır.
İnsan haklarının ihlalinden yana olanlar ve özellikle kadını küçümseyerek cahil kalmasını isteyenler sadece Afgganistanla sınırlı değildir.Türkiye'de dahil bir çok islam ülkesinde bu gibi uygulamaları savunan guruplar ve kimseler vardır.
İnsanlar elbetteki mensup oldukları dinin gereğini yapar ve o dinde emredilenleri yerine getirmeye çalışırlar.Bu durum bireyin manevi duygularını kapsar.Birde bireyin günlük yaşamını sürdürmesi, dünyadan haberdar olması baş döndürücü bir biçimde gelişen dünya ekseni içerisinde kendisine yer edinmesi ile ilgili olarak ilmi ve bilimsel kavramlara ulaşabilmesi maksadıyla mutlak okuması ve bilgi sahibi olması gerekir
Okuyup ilim ve bilim sahibi olan insan aydın insandır.Bu insanlardan oluşan toplumlar da aydın ve çağdaş toplumlardır.Bilgiye ve teknolojiye sahip olan toplumlar her zaman yücelir ve dünyadaki saygın yerini alırlar.Bilimden ilimden ve teknolojiden yoksun kalmış okuyup,öğrenmeyi yok saymış kimseler ve toplumlar cahil ve bilgisiz kalırlar.Bu gibi toplumlar er yada geç yok olmaya mahkum olurlar.
Din olgusunu yanlış yorumlayarak insanlar üzerinde etki kurmaya çalışanlara karşı çıkmalıyız.ve karanlık düşüncelere meydan vermemeliyiz.Dinin gereklerine yerine getirmek ayrı bir şey,Okumak bilgi ve beceri sahibi olmak ve çağdaş dünyaya ayak uydurmak başka bir şeydir.Bu nedenledirki Mustafa Kemak Atatürk din ve devlet işlerini bir birinden ayırrmıştır.Atatürk laik devlet düzenini getirdiği için bazı yobazlar bu büyük öndere kafir yaftası yapıştırmaktdırlar.Oysa Atatürk dine zarar gelmemesi ve siyaset kavramından uzak tutulması için din ve devlet işlerini bir birinden ayırmıştır.
HOŞ GELDİNİZ