20 Eylül 2013 Cuma

SURİYE İÇ SAVAŞI VE TÜRKİYE






Yaklaşık iki yılı aşkın bir üredir Suriye'de bir iç çatışma yaşanıyor.Suriye'nin iç meselesi olan bu iç savaş başta Türkiye'nin yöneticileri ile bazı arap ülke yöneticileri tarafından bir mezhep çatışması gibi gösterilmek istenmekte ve arap alevisi olan Suriye devlet Başkanı Beşer Esen'in devrilmesi için ona karşı devşirme bir güç olarak ortaya çıkarılan sözde özgür Suriye ordusuna destek vermekten bir an bile tereddüt etmeden her türlü desteği sağlamaktadır.
Mazeret olarak Suriye devlet başkanı Beşer Esat'ın halkına zulüm ettiğini diktatör olduğunu ve böylesine bir diktatörün mutlaka gitmesi gerektiği savını savunmaktadırlar.Esat'ın tek adam olduğu söylenemez.Çünkü Beşar Eset seçimle iş başına gelmiş ve oluşturduğu bir parlamentoso var ve Suriye halkı alevisiyle sunnisiyle onu çok sevmektedirler.
Esadın diktatörlüğünü her fırsatta dile getiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kardeşim dediği Beşar Esed'in devrilmesi için iş birliği içerisinde olduğu Suudi Arabistan kralı Fahd ve Katar emiri için diktatördürler cümlesini ağzına almıyor.Ayrıca destekçilerinden biri olan Ürdün kralı diktatör değilmidir.Başbakan sürekli olarak Suriye üzerinden alevi sunni vurgusu yapmaktadır.Mesela hatay'da meydana gelen bombalı saldırıda Başbakan 40 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir yorumu yerine 40 sunni vatandaşımız hayatını kaybetmiştir cümlesini kullanmıştır.Bu tür söylemler ayrışmayı körüklemektesdir.
Bazı dış mihrakların ülkemizde alevi sunni ayrışmasını körükleyerek bu anlamda bir çatışmanın meydana gelmesi için gayret sarf ettikleri bilinmektedir.Bunun tek amacı Türkiye'yi zayıflatmaktan başka bir şey değildir.Siyaseti kendi çıkarı doğrultusunda kullanan hiç bir lider maafak olmamıştır.Gerçek liderler önce halkının çıkarı için çalışırlar.Savaş her anlamda acıdır yıkımdır felakettir.Böyle olmasını bildikleri halde ne yazıkki bizi yönetenler ülkeyi Suriye ile savaşa sokmak için büyük gayret göstermektedirler.Tarih boyunca bir çok savaş yapılmıştır.Yapılan bu savaşlarda ister galip ister mağlup hiç bir taraf kazanmamıştır.Aksine kaybeden insanlık ve insanlar olmuştur.
Üzülerek söylemem gerekirki iç çatışmaların neredeyse tamamı Müslüman ülkelerde yaşanmaktadır.Bu ülkelerin çoğu geri kalmış ilme ve bilime önem vermemiş sadece din ekseni etrafına odaklanmış dini'de yanlış yorumlayarak hem kendileri hemde başkalarının başına dert açmışlar.Talişban.El kaide,El nusra,Hizbullah ve benzeri kanlı örgütler islam ülkelerinden çıkmıştır.İçinden çıktıkları ülkelerin başına bela olan bu dinci terör örgütleri ayrıca amerika ve avrupalıların başını'da ağırtmaktadırlar. Amerikanın ikiz kulelerini yerle bir eden terör örgütleri ne yazıkki Suriye'ye karşı savaşmaları için Ameri,kan yönetimi tarafından desteklemektedir.Ayrıca Türkiyede kanlı olaylara imza atan bu örgütlerin lojistik desteğinin tamamı Türkiye üzerinden yapılmaktadır.Böyle bir düşünceyi anlamak imkansızdır.
Terör bumeran gibidir başka hedefe atarsın döner dolaşır gelir seni bulur.Sığındığımız yüce yaradan ülkemizi,milletimizi ve tüm dünyayı terör belasından ve savaşlardan korusun.

31 Mayıs 2013 Cuma

BABAİ AYAKLANMASI



Tarihe Babailer ayaklanması olarak geçen ve Anadolu Selçuklu devletini temelinden sarsan ayaklanma 1237 Tarihinde Amasya'da yaşayan Baba İlyas ile Adıyaman'da yaşayan Baba İshak'ın birlikte hareket etmesiyle başlamıştır.Bu ayaklanmanın nedenleri ise belli bir bölgeye sıkıştırılmış Türkmenlerin yönetime baş kaldırmasıdır.
On üçüncü yüz yılda Moğol baskısı sonucu çok sayıda Türkmen Azarbaycan ve Horasandan Anadolu'ya göç etmişti.Ancak Anadolu Selçuklu devleti bu göçebe Türkmenlerin ülkenin batı kesimlerine ilerlemelerine müsaade etmeyerek dar bir bölgede kalmaları için baskı yapıyordu.
İmparatorluğun doğusunda sıkışıp kalan Alevi Türkmenler kısa bir süre sonra yoksulluğa sürüklendiler.Bu yetmiyormuş gibi II Gıyaseddin Keyhüsrev'in adaletsiz tutumuna maruz kalmaktaydılar.Yoksulluğa ve adaletsizliğe maruz bırakılan Türkmenler Amasya'da yaşayan Baba İlyas'ın etrafında toplanmaya başladılar.Baba İlyas'ın yardımcısı olan ve Adıyaman'da yaşayan Baba İshak halkı Anadolu Selçuklu devletine karşı örgütlemeye başladı.
Adıyaman'ın Hısnı Mansur'da yaşayan Baba İshak bu bölgede bulunan Türkmenleri silahlandırarak çevreyi ele geçirmek suretiyle isyanı başlatmış oldu.Üzerine gönderilen Selçuklu kuvvetlerini bir bir yenerek Adıyaman,Gerger ve Kahtayı ele geçirmeyi başardı.Baba İlyas yönetiminde ayaklanan Türkmenlere Halep ve Antep yörelerine sürülmüş Harzem Türkleri'de katılınca ayaklanma daha'da geniş bir bölgeye yayılmış oldu.Elbistan'da Baba İshak güçlerine yenilen Anadolu Selçuklu ordusu Sivası ayaklanmacılara bırakmak zorunda kaldı.Akabinde Amasya ve kayseri'de ayaklanmacıların eline geçmiş oldu.
Baba İshak'ın Pirim dediği Baba İlyas Amasya ayaklanmacıların eline geçmeden önce Anadolu Selçuklu kuvvetleri tarafından yakalanarak kale burcuna asılmak suretiyel idam edildi.Baba İlyas'ın İdam edildiğini duyan ayaklanmacılar dahada öfkelendiler.Anadolu Selçuklu devletinin başkenti olan Konya'yı tehdit etmeye başladılar.
Baba İshak güçleri Kırşehir üzerine yürümeye başlayınca II Gıyaseddin Keyhüsrev buradan ayrılmak zorunda kaldı.Baba İshak güçleri 1240 Tarihinde Kırşehir'in doğusunda yer alan Malya ovasına geldiler.Babailer bu ovada Emir Necmeddin komutasındaki Selçuklu kuvvetleriyle karşı karşıya geldiler.Emir Necmeddin zırh giymiş kiralık Frank askerlerini önü sürerek yapılan savaşta Babai güçleri yenilgiye uğrayarak dağıldılar.Bu savaşta baba İshak hayatını kaybeder..
Bu yenilgiden sonra Türkmenler Selçuklular tarafından ağır bir şekilde katledildiler.Türkmenler için adeta sürek avı başlatıldı.Kendilerini korumak için dağlık bölgelere çekilen Türkmenler yaşamlarını buralarda sürdürmeye çalıştılar.Bu ayaklanmadan sonra zayıflayan Anadolu Selçukluları 1243 tarihinde moğol istilasına uğrayarak yapılan kösedağ savaşında Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı.ö.vkp.

30 Mayıs 2013 Perşembe

OSMANLI HEVESLİLERİ



Cumhuriyet dönemi boyunca Osmanlı özlemcileri ve hilafet yanlıları çıkmıştı ancak on yıldır Türkiyeyi yöneten AKP iktidarı dönemi kadar Osmanlı ve hilafet heveslileri olmamıştı.Başbakan Recep Tayip Erdoğan her konuşmasında mutlaka Osmanlıları kasdederek ecdadımıza laik olmaya çalışıyoruz yada benzer övücü sözlerle osmanlıya göndermelerde bulunuyor.
Başbakan Erdoğan kendi ağzıyla kendisinin Gürcü olduğunu söylemesi kendi ecdadının Gürcüler olduğunu gösteriyor.Türk olan Osmanlılar için neden bizim ecdadımız dediğini anlamış değilim.Osmanlıyı Osmanlı yapan Aleviler ve Bektaşiler olmalarına rağmen özellikle Yavuz Selim döneminden başlayarak daha sonraki dönemlerde Alevilere ve Bektaşilere büyük kıyımlar yapılmıştır.
Tarihe geçmiş olan bu kıyımları kısaca şu şekilde sıralayabiliriz.Sırp asıllı çakma Müslüman olan Kuyucu  Murat paşa isimli kasabın katlederek kuyulara dizdiği 75 bin Alevi ve sipahi,Osmanlı adaletsizliğine baş kaldıran Şah kulu ayaklanmasında katledilen aleviler,Yine haksızlıklara ve baskılara karşı İzmir karaburunda Mustafa dede önderliğinde başlayarak Manisa civarında Torlak Kemal'in dektek verdiği  ayaklanmanın Manisada bastırılmasıyla yapılan alevi kıyımı,Aynı olay nedeniyle balkanlara giden Şeyh  Bedretin'in asılarak idam edilmesi ve etrafındaki binlerce alevinin katledilmesi.
Yavuz Selim'ile Şah İsmail arasında meydana gelen savaşta Şah İsmail'e yardım ederler korkusuyla İstanbuldan Sivas'a kadar olan bölgede yaşayan alevilerin bir kısmının katledilmesi bu katliamda 40 bin  alevinin öldürüldüğü söyleniyor.İkinci Mahmut döneminde Bektaşi olan yeniçeri ocağının topa tutularak ortadan kaldırılması ve cok sayıda bektaşinin asılarak öldürülmesi yada sürgüne gönderilmesi.Yavuz döneminden başlayarak Osmanlının sona ermesine kadar Alevilere kıyımlar ve baskılar sürmüştür.
yavuzun ve onun ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Süleymanın(kanuni sultan Süleyman)döneminde aleviler hakkında yayınlanan fetvalar kabul edilir bir şey olmadığı gibi insanlığa,vicdana ve izana sığmayan türde karalama ve iftiralarla doluydu.Mesela katli vaciptir,ana bacı tanımazlar,Mum söndürürler,kestiklri ve pişirdikleri yenmez,gibi Müslümanlıkta yeri olmayan insanlığa sığmayan şeytandan feyz almış sözde Osmanlı ulemaları tarafından kaleme alınan fetvaların emrini Yavuz Selim ve ondan sonra tahta çıkan oğlu Kanuni Süleyman vermiştir.
Nedendir bilinmez ancak Başbakan Recep Tayip Erdoğan bu iki Osmanlı padişahına her fırsatta övgüler yağdırıyor.Bununla kalmayarak boğaza yapılacak olan üçüncü köprünün temel atma töreninde Yol arkadaşı olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül aracılığıyla Yavuz sultan Selim Körüsü adını vermiştir.
Üçüncü boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim adının verilmesi manidardır.Bu isim Türkiyede yaşayan 25 Milyon aleviyi rahatsız etmiştir.Osmanlı hanedanları saltanat ve taht uğruna kendi çocuklarını,kardeşlerini,yeğenlerini,torunlarını,kuzenlerini gözünü kırpmadan öldürtmüşler.Osmanlı özlemcilerinin  baş tacı yaptığı Yavuz Selim Babası ikinci Beyazıdı kayınpederi olan Kırım hanı mengi girayın desteğiyle tahttan zorla indirerek 1512 de tahta çıkmıştır.Tahta oturur oturmaz Kardeşi Ahmedi kapıcıbaşı Sinana ağaya boğdurtarak öldürmüştür.Ağabeyi Korkutu yay kirişiyle boğarak öldürmüştür.Kardeşlerine ve çocuklarını acımadan öldürten padişaha övgü yağdırmak onu yüceltmek doğru  değildir. 

25 Mayıs 2013 Cumartesi

SURİYEDE YAŞANANLAR





Müslüman bir ülke olan komşumuz Suriye'de yaşanan savaş Suriye halkına derin acılar yaşatmaktadır.Bu savaşı Suriye halkı başlatmamıştır.Suriye'ye düşman olan Siyonist güçlerin kışkırtması sonucu meydana gelmiştir.Başta Amerika ve İsrail olmak üzere arap ülkelerini karıştırıp sözüm ona demokrasi getirmeye çalışan güçler insanlığa sığmayan katliamlara imza atmışlar.Tıpkı Irak,Libya,Mısır ve diğer arap ülkelerinde yaşanan trajediler gibi Suriyede'de bu yolla halka ağır bedeller ödetilmektedir.
Bu olayın bahanesi hazırlanmıştır.Esat diktatördür halkına zulm ediyor diyorlar.Esat bildiğim kadarıyla seçimle başkan olmuştur.Bir meclisi ve bakanlar kurulu var.Birde Esad'a alevidir azınlıkta olmalarına rağmen zor kullanarak idareyi elinde tutuyor gibi mesnetsiz yaygaralarla Suriye'de dış destekli terör gurupları kan dökmeye teşvik edilmiştir.Evet Beşar Esat Nusraylı yani arap alevisidir.Ancak diktatör dedikleri bu adamı çoğunlukta olan sunni kesim çok sevmekte ve desteklemektedir.Buda Esad'ın şiddet yanlısı bir diktatör olmadığını gösteriyor.Zira Beşar Esat diktatör olmuş olsaydı kendi halkı etrafında bu  kadar kenetlenmezdi ve Esat bunca dış baskıya dayanmayarak çoktan görevi bırakarak ülkesinden ayrılmak zorunda kalırdı.
Suriye'de savaşan terör guruplarının tamamına yakını dış ülkelerden suriye'ye gönderilen guruplardır.Ne yazıkki Türk hükümeti'de bu gurupları lojistik olarak desteklemektedir.Dökülen Müslüman kanında Türk hükümetinin'de payı vardır hemde azımsanmayacak kadar fazla.Suriye'de Suriye'nin meşru hükümetine karşı savaşan gurupların içerisinde Azılı El kaide örgütüne yakın guruplar ve diğer organize terör gurupları Türkiye,İsrail,Amerika ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle kan dökmektedirler.
Türk hükümetinin ve özellikle Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın desteklediği guruplar Türkiyenin Suriye sınırındaki kentlerde terör estirmekte bu il ve ilçelerde elini kolunu sallaya,salaya Suriye'ye girip çıkmaktadırlar.
Suriye'de savaşan terör örgütleri  tarafından organize edildiği söylenen Reyhanlıdaki patlamada 52 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.Gerçekleri farklı anlatan Hükümetimiz ise olayın Suriye tarafından organize edildiği anlatılmaktadır.Hükümetin bu söylemi doğru değildir.Suriyenin Türkiye ile ola sınırı Suriye  topraklarında 50 Km içeriye doğru olan kısmına Türkiye,Suudi arabistan,ve Katar'ın desteklediği terör guruplarının denetimindedir.Ayrıca hududu gözetleyen kamara sistemleri vardır.Ek olarak Mit bu bölgede yoğun bir  faaliyyet içindedir.Durum bundan ibareken Suriye'de bomba yüklenen araçlar törör guruplarının denetimindeki bölgeyi,görüntü alan  kamaraları,Türk Milli İstihbarat Servis elemanlarını nasıl olurda atlatıp Ankara'ya kadar gelirler.Başkentte eylem gerçekleştirmeyen bu eylemciler Reyhanlıya geri dönüp bu mel'un saldırıyı  gerçekleştiriyorlar.
Kısacası Suriye'de yaşananlar Amerika ve İsrail oyunundan ibarettir.Ne yazıktırki Müslüman bir ülke olan Türkiye hükümeti ve Avrupa ülkeleri'de Amerikan senaryosuna alet olmaktadır.Başbakan Recep Tayip Erdoğan her konuşmasında Beşer Esat'ın diktatör olduğunu ve halkına zulm ettiğini vurgulamaktadır.Bir zamanlar Esad'a kardeşim diyen Erdoğan ne olduda kardeşliği silip çöpe attı.sayın Recep Tayip Erdoğan'ın Suriye konusunda işbirliği yaptığı Suudi Kralı ile Katar emiri diktatör değillermi.Bu iki ülke hangi demokrasi modeliyle idare ediliyorlar.
Suudi kralı her cuma günü kendi gücünü ve krallığını ispatlamak için meydanlarda kılıçla kelle uçurtup hem kendisi seyrediyor hemde halka seyrettiriyor.Bumudur demmokrasi.Kral Fad unutmasın'ki yeraltı kaynakları azaldıkça Dostu ve destekçisi Amerika onun'da tepesine binecektir ve petrol kuyularındaki kara elması sömürüp tüketene  kadar zulme devam edecektir.Amerika bunu  yaparken mutlaka demokrasi şemsiyesini açacaktır ve diyecektirki Krallık totaliter bir rejimdir biz Suudi Arabistan'a demokrasi getirmek için girdik.















 

17 Mayıs 2013 Cuma

ALEVİLER NE YAPIYORLAR


Tarih boyunca inandıkları yoldan ve inançlarından vaz geçmeyen ve Anadolu topraklarında sırf inançlarından dolayı sayısız katliamlara ve kıyıma tabi tutulan aleviler günümüzde örgütlü bir toplum olma yolunda önemli adımlar atmış olsalar'da hala tam anlamıyla gerçek bir birliktelik sağlamış değildirler.Bunun nedeni ise alevi örgütleri arasında'ki liderlik kavgası ve bazı alevi guruplarının bu inanç sistemine siyaseti sokmalarından kaynaklanmaktadır.
Alevi örgütlenmesi yurt içerisinde olduğu gibi avrupa ülkelerinde yaşayan aleviler arasında'da büyük ölçüde hayata geçirilmiş ve bu yapılanmada özellikle avrupadaki aleviler önemli kazanımlar elde etmişler.Alevilerin örgütlü bir toplum olma yolunda attıkları adımlar son derece önemlidir.Ancak? Avrupa ABF ile Türkiye'de faaliyet gösteren CEM vakfı arasında devam eden çekişme Alevi toplumuna zarar vermektedir.
Bu iki büyük Alevi örgütlenmesindeki çekişmeyle ilgili izlenimlerim şunlardır.Avrupadaki Alevi örgütleri ileTürkiyedeki Alevi örgütleri iş birliği ve dayanışmaya yanaşmamaktadırlar.Anladığım kadarıyla bunun tek nedeni CEM vakfı Başkanı olan.Prof İzettin Doğan'a olan tepkidendir.
Yukarıda kısaca izaha çalıştığım durum alevi kimliğine hizmet etmediği gibi aleviliğin ikiye bölünmesine neden olmaktadır.İzettin Doğan'ın siyasi anlamda biz alevilere ters düşen davranışları ve söylemleri olabilir bende bu ülkede yaşayan bir alevi birey olarak zaman,zaman sosyal medya aracılığıyla İzettin doğan'ı eleştirdim.Kişiyi demokrasi olgusu dahilinde eleştirmek her insanın en doğal hakkıdır.Ancak? İnsanların kişilik haklarına saldırarak hakaret etmek ağız dolusu küfür etmek ne Alevi inancına yakışır nede aleviyim diyen canlara yakışır.
Biz Alevilerin önemli bir distürü vardır eline,beline,diline sahip olmak.Bir insan şayet bunlardan birine sahip olmuyor ve başkalarına ağız dolusu küfür ve hakaret ediyorsa kusura bakmasınlar bu tür kimseler Alevi olamazlar.Olsalar dahi yol gereği düşkün sayılırlar.
Şimdi bire bir yaşadığım olumsuzluklardan bazı örnekler vermek istiyorum.Avrupa ABF Başkanı Turgut Öker ile Facebook üzerinden sayfa paylaşımında bulunmaktayız.Turgut beyin alevilikle ilgili paylaşımlarını inceleyip konuyla alakalı yazılan bazı yorumlara cevap yazıyorum.
Bu paylaşımlardan birinin altına avrupada yaşayan bir alevi yurttaşın yazdığı yorumda İzettin doğan'a doğrudan doğruya hakaret içeren söylemleri okudum.İnsanlar beğenmedikleri şeyleri eleştirebilirler ancak küfür ve hakaret Alevi kimliğine sahip insanlara yakışmıyor.Bu tür söylemlerin yakışmadığını yorumunda vurgulayınca üç kişilik bir gurup bana atfen hakaret dolu yorumlar yazmaya başladılar.İçlerinden biri senin adın Derviş ancak sen yezitsin.Bir diğeri Sen faşistsin gibi sözler yazınca bende karşı bir yorum yazarak yorumumda kim olduğumu nasıl bir yapıya sahip olduğumu beni hiç tanımadıkları halde nasıl böyle bir kanıya vardıklarını vurguladım.Bu arkadaşlardan biri sana hakaret etmem doğru değildi ancak ben faşistlerden özür dilemem diye bir yorum yazdı.Bende faşist olmadığımı halktan ve emekten yana sol gelenekten gelen biri olduğumu yazdım.
Turgut Öker'in diğer bir paylaşımında aslen karadenizli olan sunni bir bayan arkadaşın yorumunu okudum.Bu bayan kardeşimiz yorumunda aleviliği tanıdıktan sonra çok sevdiğini insanlığı,sevgiyi,dostluğu,kardeşliği,alevi öğretisinden annesinin yardımıyla öğrendiğini vurgulaması üzerine bende bu kardeşimizin yorumuna cevaben bir yorum yazarak Alevi öğretisindeki güzelliklerin farkına vardığı için kendisine teşekkür ettim.
Hemen akabinde yine avrupa'da yaşayan ve resminden anladığım kadarıyla altmış yaşın üzerinde olan İbrahim isminde bir vatandaş yorumunda Aleviliğin ayrı bir din olduğunu yazmıştı.Bu vatandaşın yorumuna bir alevi olarak tahammül etmeyerek Aleviliğin ayrı bir din olmadığını İslamın farklı ve en gerçekçi yorumu olduğunu vurguladım.
Vatandaş karşı yorum yazarak beni AKP ye satılmışlıkla suçlayarak bekle belki sana'da pay düşer.Git oruç tut,namaz kıl,hacca git,kelime-i şahadet getir gibi akıl dışı sözler yazınca bende bir yorum yazarak ben Alevi İslam inancına sahip bir Müslümanım tabiki kelime-i şahadet getiririm.Çünkü biz Aleviler Hak,Muhammed,Ali üçlüsünden asla vazgeçmeyiz dedim.
Benim bu yorumuma bu seferde vatandaş illede peygamber arıyacaksan Hacı Bektaş-ı veli ile Pir Sultan var. Bende cevaben İbrahim efendi senin İnanmadığın Peygamber Hz.Muhammed'e isimlerini zikrettiğin ve peygamber olarak tavsiye ettiğin her iki alevi ulusu'da inanmıştı onlarda cemlerinde Hak,Muhammed ve Ali diyerek ibadet ederlerdi dedim.
Vatandaş köşeye sıkışınca bu seferde Turgut Öker'i kasdederek dik dur başkan dik dur diye başkandan medet ummaya başladı.Bu tartışmamız üzerine olumlu yorumlarıyla araya giren diğer gurbetçi arkadaşların çabalarıyla uzayan tartışma son buldu.
Burada bu yorumları ve gereksiz tartışmaları vurgulamamın nedeni şudur.Bin üç yüz yıldır alevi inancı aynı inançtır.Aleviler Hak,Muhammed,Ali üçlüsünü rehber olarak görürürler.Ayrıca Hak,Muhammed,Ali'nin benimsediği değerlere saygı duyarak varlıklarını ve inançlarını sürdürürler.Günümüzde ise özellikle Avrupa'da yaşayan Aleviler arasında Aleviliğin ayrı bir din olduğu yönünde politik söylemler ve gayretlerin olduğunu görmekteyiz.
Bir insan ateist olabilir,İnanmayabilir bu durum kişinin tercihidir ve hakkıdır kimseyi ilgilendirmez.Ancak?Kişi kendi siyasi düşüncesi doğrultusunda Alevi inanç öğretisi üzerine yorum yaparak Aleviliği başka kulvarda gösterme hakkına sahip değildir.
Alevilik Müslümanlığın en doğru ve güzel yorumlama şeklidir.Peygamberi'de Muhammed'dir.Aleviler cem ibadetlerinde ilk olarak Hak,Muhammed,Ali diyerek zikre başlarlar.Hem Aleviyim diyeceksin hemde Hak,Muhammed,Ali,Ana Fatıma,Kerbela şehitleri ve on iki imamları tanımayacaksın.Alevilik ayrı bir din ise peygamberi kimdir.? Peygambersiz din olmadığına göre kendilerine yeni bir din yaratmaya çalışanlar herhalde bir peygamber'de bulmuşlardır.
Aleviliği kendilerine şemsiye yapmaya çalışarak başka emeller peşinden koşanlara tavsiyem bu yanlıştan vaz geçip ya gerçek Alevi gibi davranıp birlik ve beraberliğe dahil olsunlar veya kendilerince inandıkları şeyleri Alevilik gibi ulvi bir inanç sistemine mal etmesinler.
Gelelim Avrupa'nın en önde gelen Alevi liderlerinden Turgut Öker'e, Turgut beyi son derece dinamik cesur bilinçli ve zeki buluyorum.Ben Yol Tv de yayınlanan ve Sayın Öker'in konuk olduğu proğramları kaçırmadan izlerim.Eleştirebileceğim bazı söylemleri var ancak genel olarak olumlu buluyorum.Turgut Öker hiç bir zaman konuşmalarında başkasına küfür ve hakaret içeren söylemlerde bulunmaz.İşte Alevi olmanın gereklerinin başında gelen en önemli unsur budur.Dile sahip olmak erdemdir.Her bela dilden gelir.Olumlu olan her şeyi sivri dil bozar.İnsanlar bir başkasını eleştirebilir ancak hakaret etmeden kırıp dökmeden bildiği doğruları dile getirerek kişinin yanlışlarını yerebilir.
Türkiye'de yaşayan bir Alevi vatandaş olarak benim önerim sebep ne olursa olsun Avrupa'daki Alevi kurumlarının liderleri Türkiye'deki Alevi kurum önderleriyle bir araya gelerek genel yapı üzerinde bir birlikteliği sağlamalarıdır.Bu yapılırken hiç bir kurum ve kuruluş arasında ayrım yapılmamalıdır.Aynı şeyi Türkiye'deki Alevi Kurum Liderleri içinde geçerlidir. Alevi birliğinin sağlanması için iyi niyetle çaba gösterilmesi gerekir.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

VATANDAŞIN VEKİLİ NE YAPIYOR



Hayatının büyük kısmını Türkiye'de geçirmiş kalan kısmını'da bu ülkem'de tamamlayıp dünya'ya veda edecek olan bir birey olarak  ülkem'de yaşanan sayısız olumsuzluğa tanık oldum.Ne yazık'ki yaşamım boyunca bu ülke'de yaşanan olumsuzluklar olumlu olan işlevlerden kat be kat fazladır.
Sebep ne olursa olsun bu ülke'de doğdum bu ülke'de büyüdüm ekmeğini yedim suyunu içtim.Ülkemi yurdumu doğup büyüdüğün Anadolu topraklarını çok seviyorum ve hiç bir ülke ile kıyaslamayacak kadar'da yüce buluyorum.
Bütün bunlara rağmen bizi yönetenlerden hiç memnun kalmadım.Başa gelen iktidarlar ülke ve memleket için insanlar için en iyisini yapacağını vaat etseler'de başa gelir gelmez vaat ettiklerini unutup bir daha nasıl iktidar olurum bu saltanatı daha ne kadar sürdürebilirim gafletine düşüp ülkeyi ve ülke insanını unutup kendileri için ne yapacaklarının hesabı içerisine girerler.
Bunun en bariz örneği ise Milletvekilleri'nin özlük hakları söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır.Ülke ve ülke vatandaşlarının yararına olan kanun teklifleri üzerinde anlaşamayan,bir birlerine söylemediklerini bırakmayan Milletvekilleri söz konusu kendi özlük hakları olduğunda her şeyi unutup kardeş olurlar. Kendileri ve ailelerini ilgilendiren yasaları bir dakikalık kısa bir süre içerisinde yasalaşmasını sağlarlar.
Halkın yani bizlerin oylarıyla seçilip meclise girenler kendilerini vatandaştan üstün görmekte ve temsil ettikleri halk kesimine tepeden bakmaktadırlar.İstisnalar hariç.
Aslolan halktır Milletvekilleri ise halkın hizmetinde olan kimselerdir.Çünkü onları kendi adına seçip ülkeyi yönetmek için meclise gönderen halktır.O nedenledir'ki Milletvekilleri önce halk yararına çalışmalıdırlar.Ülke insanının doğusuyla,batısıyla güneyiyle,kuzeyiyle eşit şartlarda yaşama koşulşlarına kavuşması Milletvekilleri'nin öncelikli görevi olmalıdır.
İktidar partisi hangisi olursa olsun hangi siyasi fikri taşırsa taşısın meydanlarda yaptığı politik çalışmaları bir kenara bırakarak kendisine oy veren,vermeyen tüm ülke vatandaşlarına aynı mesafede durmalıdır.İktidarda olan parti vatandaşlar arasında din,dil,ırk,mezhep ayrımı yapmaksızın ülke kaynaklarının tüm vatandaşlara eşit şekilde dağılmasını sağlamalıdır.
Ne yazık'ki ülkemizde yukarıda izaha çalıştıklarımın tam tersi yapılmaktadır.Özellikle iktidara gelenler yandaş kayırıp vatandaşlar arasında ikilik gözeterek bir kesim vatandaş ülke nimetlerinden yararlanırken diğer kesim adeta kaderine terk edilir.
Türkiye'de geri kalmışlığın en büyük nedeni işte bu adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanmaktadır.Yaklaşık 10 bin TL maaş alam Milletvekilleri geçinemediklerinden yakınırlarken 1000 TL ve altında maaş alan emekliler ile asgari ücretle çalışan insanları nasıl geçindiklerini düşünmedikleri gibi bu insanları birer oy pusulasından başka bir şeyin yerine koymamaktadırlar.
Kabahat seçilmişlerin'de olsa aslında en büyük kabahat seçenlerindir.Bilinçli toplumlar kendi sorunlarını çok kolay çözerler.Bu gibi sosyal sorunları çözmek için kavgaya gürültüye'de gerek yoktur.Çok basit bir örnek vermek istiyorum.Diyelim'ki seçim yapıldı ülke vatandaşlarnın siyasi görüşü ne olursa olsun kendileri ve ülkeleri için yapılması gereken ne ise onu kendi aralarında seçtikleri temsilciler aracılığıyla hem iktidar partisine hemde muhalefet partilerine bildirerek bu sorunlarımız çözülemediğinden dolayı bu seçimde tek bir oy dahi kullanmayacağız.
Vatandaşların yayınladıkları bu deklerasyonun gereklerinin garantisi tüm siyasi partiler bir araya gelerek yazılı bir deklerasyonla kabul edilene kadarda oy kullanılmadığı takdirne partiler siyasi geleceklerini düşünerek vatandaşın isteklerine boyun eğmek zorunda kalacaklar.Yazması güzel ancak bizim toplumumuzda böyle bilincin olmasına daha çok yüz yıllara ihtiyaç vardır.O halde vur abalıya otur ayağını uzay ye kürküm ye deyip keyfine baksınlar.

23 Nisan 2013 Salı

AKİL ADAMLAR



Türkiye'de 35 yıldır devam eden kürt sorunu'nu çözmek için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan neye mal olursa olsun artık bu sorunu çözeceğini söylemekte ve bir dizi projeleri uygulamaya koymaktadır.Bu projelerin en önemlilerinden biri'de AKİL adamlar gurubu'nun oluşturularak halkı bilgilendirip halktan gelen olumlu ve olumsuz tepkileri değerlendirmek suretiyle gereken adımları atmayı düşünmektir.
Başbakan bu adımları atarken adeta muhalefeti elinin tersiyle ismekte ve AKP nin çoğunluğuna güvenerek BDP ile birlikte kürt sorununu çözmeye çalışmaktır.
Başbakan'ın özellikle ana muhalefet partisi olan CHP ile gerçek anlamda sıcak bir diyaloğa girmeyerek kangren olan kürt sorunu'nu sadece BDP ile çözmeye çalışması son derece yanlıştır.
Muhalefet partilerinden MHP ise barışı elinin tersiyle itmekte ve 35 yıldır on binlerce cana mal olan bu sorunun devam etmesinden yana olup mevcut kürt sorunu'nun silahla,şiddetle çözülmesinden yana tavrını sürdürmektedir.
Dünya'da silah zoruyla çözülmüş hiç bir sorun yoktur.Silah ve şiddet sadece kan ve göz yaşı getirmekten başka bir işe yaramamaktadır.Geleceğini acı keder ve göz yaşı üzerine bina etmiş olan hiç bir siyasi düşünce başarıya ulaşmamıştır.
Sayın Bahçeli ve arkadaşları sürekli olarak vatan savunması bütünlük ve beraberlikten bahsederlerken bir yandan'da şiddetten vaz geçmeyerek devamlı olarak sert mesajlar vermekte ve toplumu ayrıştırmaktadırlar.Ülke savunması başka ülkelerin saldırısına karşı yapılır.İç sorunlar ise barışçıl yoldan çözülmesi gerekir.Aksi halde üğlke'nin birlik ve beraberliği bozulur ve içinden çıkılması zor bir hal alır.
Gelelim Akil adamlar ve icraatlarına.AKİL adamlar aslında CHP ve onun lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun önerisiydi.Öneri doğruydu AKP memur atar gibi kendilerince uygun gördükleri kişileri seçip Anadolu'nun yedi bölgesine gönderdiler.
AKİL adam olarak seçilen zatlar görevlerini yapmaya çalışmaktadırlar.Zaman,zaman tepkiyle zaman,zaman olumlu karşılanırlar ve İl,İl dolaşarak halkın nabzını tutmaya çalışmaktadırlar. AKİL adamların kendi bölgelerinde tanınmış ve halka sözü geçen,liderlik vasfına haiz olan insanlardan seçilmeleri daha etkili ve daha doğru olurdu kanısındayım.
Benim düşündüğüm tarzda bir akil adamlar gurubu oluşturulmuş olsaydı bu mesele çok daha sakin ve dallanıp budaklanmadan halkla olan diyalog daha sakin bir şekilde devam ederdi ve sonuç daha sağlıklı alınırdı.
Bu ülkede yaşayan büyük bir çoğunluk barışın bir an önce sağlanması ve akan kanın göz yaşının durması en büyük isteğidir.Barış sağlanmaya çalışılırken'de ülkenin üniter yapısı'nın korunması ve ülke çıkarlarının zedelenmemesi halkın birlik ve beraberliğinin pekiştirilmesi azami ölçüde sağlanmalıdır.Anayasa'da yapılan düzenlemelerle tüm yurttaşların eşit haklara sahip oldukları vurgusu yapılmalı ve eşitlik anayasayla güvence altına alınmalıdır.Laik Cumhuriyet sistemi korunmalıdır.

7 Nisan 2013 Pazar

TÜRKİYEDEKİ KÜRT SORUNU VE BARIŞ



Yaklaşık 35 yıldır Türkiye'de devam eden Kürt Türk çatışmasını sona erdirmek ve ülkeye barışı getirmek için  Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran AKP hükümeti İmranlı Adasında hapis yatmakta olan Kürt hareketinin lideri konumunda olan Abdullah Öcalan ile gerek devlet yetkilileri gerekse Kürt hareketinin meclisteki legal kolu olan BDP milletvekilleri tarafından yapılan bir dizi görüşme neticesinde Abdullah Öcalan Kendisine bağlı olan Kürt silahlı güçlerine bir bildiri yayınlayarak silahların susmasını ve belli bir süreç içerisinde ülke içerisindeki silahlı gurupların ülke dışına çıkmalarını istemişti.Öcalan bunları isterken devletten bazı taleplerde bulunmuştu.
Yapılan görüşmeler ve yayımlanan bildiriler neticesinde bir kaç aydır ülkede silahlı çatışmalar durmuş ve herkes umutla barışın gerçekleşmesini beklemektedir.Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin birer vatandaşıyız.Barışı ve huzuru bu ülkede yaşayan her insan istemekte ve arzulamaktadır.Bazı marjinal guruplar ve şiddetten medet umarak siyaset yapmak isteyenler hariç.Bütün bunlar yapılırken yapılan açıklamalar ve bazı düşünceler kafalarda soru işaretleri bırakmakta ve insanları tedirgin etmektedir.
Mesela ülkede eyalet sistemi'nin kurulması,Başkanlık sistemine geçilmesi,ayrıca Abdullah Öcalan'ın yaptığı öneriler arasında barış sağlandıktan sonra bir İslam birliğinin kurulması gibi öneriler ve bu önerilere benzer bazı düşünceler bir çok kesimi rahatsız etmektedir.Bir kere şunu belirtmekte yarar vardır.Türkiye'de yaşayan insanların %99 Müslümandır ancak kuruluşundan beri yüzünü Avrupa'ya dönen Türkiye'nin bu kültürden vaz geçerek çağa ayak uydurmayan demokrasiden uzak genelde teokratik yöntemlerle idare edilen islam ülkeleriyle bir birliktelik oluşturma hevesi akıl karı bir davranış değildir.Böyle bir oluşumun tecelli etmesi durumunda Türkiye cumhuriyetini yüzlerce hatta binlerce yıl geriye götürür ve afgan benzeri bir kaosun içine sürükler.
Abdullah Öcalan Suriyeden örgütünü yönetirken Marksist bir düşünceye sahipti.Öcalan hapse girdikten sonra birden bire islam havarisi kesilmiş ve dindarlık aşkı kabarmaya başlamıştır.Abdullah Öcalan'ın bu beyanı üzerin AKP Bursa Milletvekili Bülent Arınç şöyle demişti.Öcalan gençliğinde namaz kılardı.Mevcut Hükümet 'in politikası din üzerine kurulu olduğu için kişinin namaz kılması yeterlidir.Namaz kılan herkes iyi kılmayan ise kötüdür anlayış budur.Önemli olan namazdan ne anladıklarıdır.Namaz farsça bir kelimedir anlamı ise Allaha ibadet etmektir ibadetin şekli ise yoktur ister sunni vatandaşların yaptığı gibi kıyam,rükü ve secde olarak yap ister yürürken,otururken,çalışırken kendi kendine Allahı zikret ve sessiz sedasız dua et her ikiside namazdır ibadettir.Bu nedenle Alevilerin yaptıkları cem ibadeti kendi ibadetlerine benzemediği için benimsemiyorlar ve bazı bağnazlar Alevilerin yaptığı bu ibadete cümbüş diyorlar.Türkiyedeki Alevi nüfusu genelde İç anadolu,Akdeniz.Ege,Trakya ve Karadeniz bölgelerinde yaşamaktadır.Doğu Anadolu bölgesinde ise Tunceli hariç diğer illerdeki kürt sunni nufusa göre aleviler azınlıkta olup geçmişte bu iki toplum arasında sürtüşmeler ve çatışmalar yaşanmıştı.Doğudaki alevi nüfusun ağırlıklı olarak batıdaki büyük şehirlere göç ettiğini görmekteyiz.
Kürt Türk sürtüşmesi ve çatışması nedeniyle doğu'da yaşayan aleviler üzerindeki mezhepsel ve etnik baskı azalmış olsa'da Türkiye'de Barışın sağlanması ve silahların tamamen susmasıyla birlikte islamcı bir çizgiye yönlendirilecek olan kürtler geçmişte olduğu gibi doğu anadolu bölgesinde yaşayan aleviler üzerindeki baskılarını sürdürecekler.Temennimiz köklü,kalıcı ve tüm kesimleri bir arada ve bir birleriyle kaynaştıracak batı yanlısı çağdaş anlayışa sahip bir barışın Sağlanmasıdır.Ne yazzıkki iktidardaki mevcut hükümetin tutumuna bakıldığında böyle bir barışın sağlanması hayli güç görünmektedir.Bu ülkede nüfusun üçte birini oluşturan alevilere devlet hala övey evlat muamelesi yapmaktadır.   

2 Nisan 2013 Salı

Ö Z E N T İ



On yılı aşkın bir süredir Türkiye Cumhuriyetini yönetenler Osmanlı özentisi içerisine girmiş bulunmaktadırlar.Her zaman dini devlet işleriyle ve siyasetle harmanlayan AKP iktidarı ve yöneticileri artık osmanlı'da yaşanan yönetim şeklini kendilerine referans olarak seçmekte ve çalışmalarını bu yönde şekillendirmeye gayret göstermektedirler.
Hepimizin bildiği gibi Osmanlılarda saraylar ve camiler gücün simgesi olarak görülmekte ve inşa edilmekteydiler.Dikkat ederseniz Osmanlıda'ki ve günümüz Türkiyesinde'ki minare uzunluğu ve mimari şekli hiç bir müslüman ülkede bulunmamaktadır.Diğer Müslüman ülkelerde minarelerin boyu caminin kubbesiyle aynı seviyededir yada sembolik olarak kubbenin iki yanına küçük minareler konulmaktadır.
Osmanlı ve onun devamı olan Türkiye'de ise minarelerin boyu Cami'nin neredeyse üç katı uzunluktadır ve minarenin tepesi süngü ucu kadar sivridir.Osmanlılar minareleri bir güç ve ihtişam göstergesi olarak böyle inşa etmişler.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir konuşmasında camiler kışlamız minareler süngümüz demişti ve bu sözü nedeniyle yargılanmıştı.Başbakan başta olmak üzere bir çok AKP yöneticisi ve millet vekili osmanlı'ya özenerek ihtişamlı camilerin yapılmasına ve ülkenin eyalet ve Başkanlık sistemiyle idare edilmesinden yana tavır koymaktadırlar.Bu düşünce Osmanlı özentisinden başka bir şey değildir.
İstanbul'un en değerli arazilerinden biri olan ve İstanbul boğazına nazır olan çamlıca tepesine bir cami'nin yapılması çalışmaları başlamıştır.Devasa bir proje olan bu cami bittiğinde içini cemaatle doldurmak için insanların namaza gelip evlerine dönmeleri için özel servisler'mi hizmet verecektir.Şayet semtlerden özel servisler bu camiye insan taşımaz ise çamlıca civarında oturanlar bu devasa caminin  %5 ni ancak doldurabilirler.
Bu cami'ye harcanan meblanın yüz milyar Lira olduğu söylenmektedir.İstiyaç olmadığı halde sadece gösteriş olsun diye cami için kepçeyle para harcanırken,emekliler sadece koklatılarak doyurmaya çalışıyorlar.Osmanlı'ya özenenler hüsrana uğrayacaklar.Neden derseniz Osmanlının son 300 yılı ihtişam ve şaşaha ile geçmiştir.Bazı padişahların önlenemeyen ihtirası yüzünden dünya'ya hükmeden Osmanlı imparatorluğu sonunda yerle bir olmuş ve tarih sayfasından silinip gitmiştir.
Anadolu'yu kanlarıyla sulayarak Laik Türki,ye Cumhuriyetini kuranların torunları Laik demokratik Türkiye Cumhuriyetini korumaktan vaz geçmeyeceklerdir.Bu ülke'de gericiliğe asla yer olmayacaktır.Türküyle,Kürdüyle,Lazıyla,Çerkeziyle,Ermenisiyle,Süryanisiyle tüm vatandaşlar Laik demokratik Cumhuriyetin ilelebet var olması ve gelişmesi için bir ve birlik olup onu dahada ileriye götürecekler.

31 Mart 2013 Pazar

İKİNCİ EBUSUUD VAKASI

Tarih bilgisi olanlar yada tarih okuyanlar bilirler.1500'lü yıllarda Osmanlıda kadılık yapan ve daha sonraları Şeyhülislamlığa kadar yükselen Ebusuud isminde hırbani kılıklı bir adam vardı.Safevi devletinin başında olan Şah İsmail ile Osmanlı devleti'nin başında olan Yavuz Selim gerek dini gerek etnik ve gerekse siyasi açıdan bir birlerine karşı husumet içine girince bu iki büyük Türk devleti savaşın eşiğine gelmişlerdi.
Yavuz Selim savaş hazırlıklarını sürdürürken Osmanlı devletinde yaşayan Alevilerin Şah İsmail'e arka çıkacaklarını düşünerek kendi ülkesinde bir etnik baskı uygulamayı ve bu uygulamayı aynı zamanda kıyıma dönüştürmeyi düşünerek O dönemler Kadılık görevini yürüten Ebusuud'a alevilerle ilgili kötüleyici ve iftira dolu bir fetva yazmasını söylemiştir.
Padişah Yavuz Selim'in bu buyruğu üzerine Ebusuud'un hazırlayıp anadolu'nun her tarafına gönderdiği fetva'da şunlar yazılıydı.Aleviler mum södürürler, ana bacı tanımazlar,kestikleri ve pişirdikleri yenmez,Onlarla aynı ortamda bulunulmaz,Katledilmeleri vaciptir.Onları öldürenler cennete giderler gibi daha bir çok iftira ve karalamalarla dolu yüz karası bu adamın yüz karası fetvasının etkileri günümüzde dahi sürmektedir.
Çünkü yezidi yobazlık tarih boyunca süre gelmiştir.Son günlerde gazetelerde yeralan habere göre Çağımızın modern görünümlü sarık yerine fes puşu yerine gravat kaftan yerine cübbe giyip sakalsız ve traşlı olan Diyanet

işleri başkanı Prof.Dr.Mehmet Görmez'in yaptırdığı bir anketin Ebusuud'dan farksız olduğunu göstermektedir.Önemli olan dış görünüş ve çağdaş görünmek değildir önemli olan kafa içerisindeki düşünce ve çağdaşlıktır.Bir insanın zihninde çağdaş ve iyi niyetli düşünce varsa o zaman mesele yoktur ancak dışı cağ daş kafasının içi örümcekli,çağ dışı ise  o insan tehlikelidir.
Gazetelerde çıkan habere göre Diyanet işleri Başkanı Mehmet Görmez Türkiye İstatistik Enstitüsüne yaptırdığı bir anket ne insanlığa ne Anayasa'ya nede dine uyar.Anketin ana teması şu şekilde yürütülmüştür.Tuik görevlileri'nin önceden belirledikleri sokaklara yada semtlerdeki evlere girerek insanlara Kendinizi dindar hissediyormusunuz?"Hayatta kaç namazı cami'de kıldınız"?"dışarıda başınızı örtermisiniz?"Misafir evinize geldiğinde kadın ve erkeklerin aynı ortamda olmalarını tercih edermisiniz?"Evlenmeden önce flört etmenin dince sakıncası varmıdır?"Herkes dini bir gurup yada cemaate mensup olmalımıdır?"Oy verirken adayın dindar olup olmadığını önemsermisiniz?"Hangi dine mensupsunuz?"Mezhebiniz nedir?"Namazı ne sıklıkla kılarsınız?"Kuranı kerimi arap'ça okumayı biliyormusunuz?"gibi vatandaşlara toplan 70 soru yöneltilmiştir.
TUİK'in bu araştırmasından sonra Prof.Dr.ünvanına sahip diyanet işleri Başkanı Mehmet Görmez İzmir'in farklı bir dindarlığı var.Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var diye beyanda bulunmuştur.İnsanların dindarlığını ölçmek ,sorgulamak yön vermek kalıplaştırmak Diyanet işleri Başkanı Göemez'e mi düştü? İnanç,itikat,din ve dindarlık Allah ile kul arasında olan manevi bir duygu olduğuna göre bütün bu yapılanların dinle insanlıkla dindarlıkla bir alakası varmıdır.Başbakan yakın bir dönemde İzmir için gavur İzmir deyimini kullanmıştı ve tepkiler üzerine sözlerinin yanlış anlaşıldığı açıklamasında bulunmuştu.
Diyanet İşleri başkanı sürekli doğruluktan,dürüstlükten,dindarlıktan,haktan ve hukuktan bahsediyor ancak bu ülke'de yaşayan bütün vatandaşlardan tahsil edilen vergilerden oluşan bütçeden en büyük payı alan diyanet işleri Başkanlığı ne Alevilere nede diğer dinlere mensup olan ibadet yerlerine bir kuruşluk yardımda bulunmadığı gibi diyanette çalışan milyonlarca imam ve çalışan buna Başkan Görmez'de dahil olmak üzere maaşlarını bu paradan almaktadırlar.
Ne aleviler nede diğer dinlere mensup insanlar kendilerinden alınan bu vergilerden ödenen maaşları helal etmemektedirler.
Çünkü farklı inanç ve düşüncelere mensup insanlar söz konusu bu parada hak sahibi olmalarına karşılık ibadethanelerine tek kuruş yardım yapılmamaktadır.Yardım bir yana nüfusun üçte birini temsil edilen alevilerin ibadet yeri olan Cemevleri ibadethane bile sayılmayarak bu insanların camiye gitmeleri önerisi sunulmaktadır.Acaba Sayın Mehmet Görmez bu durumu hangi dini kritere tabi tutuyor.Bir insan benim ibadet şeklim budur benin ibadet yerim burasıdır yani cami,kilise yada cemevi'dir diyorsa orasıdır hiç kimsenin bunu zorla değiştirme hakkı yoktor ve olamaz'da.Durum bundan ibaretken insanlar üzerindeki dini dayatmalar baskı aracı olarak kullanılarak sürdürülmek istenmektedir.Unutulmamalıdır'ki 21 yy da hiç bir zümre yada gurupbaskılara boyun eğmeyecektir.Dünya globalleşniştir dünya'nın neresinde olursak olalım yapılan herşey anında dünya'nın gözü önünde cereyan etmekte ve olaylara ona göre yön verilmektedir.Artık herkesin bunu anlaması gerekir.


10 Mart 2013 Pazar

İRENA MELİKOFF

Araştırmacı,yazar,Türkolog Prof.İrena Melikoff 'un yaşamı ve çalışmaları  ile ilgili bazı kesitler aktarmaya çalışacağım.Öncelikle İrena Melikoff kimdir onu izah etmeye çalışayım.İrena Melikoff'un babası Azarbaycan'lı bir azeri Türk'ü annesi ise Rus asıllıdır.1917 tarihinde rusya'da meydana gelen kızıl devrimin ilk günü Azarbaycan'ın Bakü Şehrinde 40 odalı bir köşkte dünya'ya gelmiştir.
Petrol işleriyle uğraşan Melikoff'un babası Rusyadaki kızıl devrimden sonra önce Filandiya'ya oradan'da Fransa'ya göç ederek Parise yerleşirler.İrena Melikoff daha 14 yaşındayken Paris'te bulunan babasının kütüphanesine giderek Hafız divanını,Ömer Hayyam'ı ve Sadi Şirazi'yi okur.İrena Melikoff önce Paris Ecola nationela des langues orientales'in Türkçe bölümünü 1941 de bitirdikten sonra aynı okulda Fransızca bölümünü 1953'te bitirir.
Aynı zamanda Sorbon üniversitesinde okuyan Melikoff bu üniversiteden 1954 yılında mezun olduktan sonra Paristeki ilmi araştırmalar milli merkezinde araştırmacı olarak çalışmaya başlar.İrena Melikoff başarılı çalışmaları sonucunda 1968 yılında profesörlüğe yükselir.Sterasbour üniversitesi beşeri bilkimler fakültesine bağlı Türkoloji araştırmaları enstitüsünün yönetimine getirilir.
Prof.İrena Melikoff 1971 de Osmanlı öncesi ve Osmanlı Milletler arası etütler kurucuları arasında yer alır.Türk kültürü ve edebiyatına yaptığı katkılardan dolayı dönemin Türk Hükümeti tarafından 1973 yılında kendisine şeref diploması verildi.1982 yılında Türk Tarih Kurumu şeref üyeliğine seçildi.Eski Anadolu Türkçesi'nin dinsel destansı edebiyat metinleri üzerinde çalışmalar yaptı.Alevilik ve bektaşilik konularını büyük bir özveriyle işledi.
Prof.İrena Melikoff Safeviler üzerinde çalışmalar yaparak Prof.Adnan Adıvar'dan dersler aldı.Ünlü İslam araştırmacısı Louis Massingnon onu sufiliği araştırmaya yönlendirdi.Ayrıca Fuat Köprülü ve Ömer Lütfü Barkan gibi bilim adamlarıyla dostluk kurarak çalışmalarını genişleterek sürdürdü.Türk destanları üzerinde çalışmalarını sürdüren Melikoff Mistisizmi öğrenmek isterken Alevilik'le tanıştı.Alevilik öğretisinden çok etkilenen Prof.İrena Melikoff çalışmalarını Alevilik ve Bektaşilik üzeinde yoğunlaştırmaya başladı.
1970 yılından bu yana yayınlanan ve önemli bir türkoloji dergisi olan Turcica'nın kurucu üyesi olan Melikoff ünlü Türk Matematikçi Salih Zeki'nin oğluyla evlendikten sonra bir süre Türkiye'de yaşamıştır.Bundan sonraki yaşamını Prof.İrena Melikoff'un kendi yazdıklarından öğrenelim.
İrena Melikoff kendi ağzından şöyle anlatıyor,yaşadıklarını ve yaptığı işleri.Evliliğim nedeniyle ilk kez 1941 yılında Türkie'ye gelmiştim.Bir süre Türkiye'de kaldıktan sonra yeniden Fransa'ya döndüm.Yıl 1969 yeniden Türkiyedeyim.
İstanbul'da dolaşırken Hacı Bektaş-i Veli'nin gecesi ilanını gördüm.Zaman kaybetmeden bu geceye katılma kararı aldım.Arkadaşlarımla gecenin yapılacağı mekanın önüne geldiğimizde yanımdakiler bana bunlar Alevi'dir biz buraya giremeyiz.Yanımdakilerin bu tavrı üzerine bende siz korkuyorsanız buraya ben yanlız girerim dedim.Nihayetinde kararımda ısrarcı olup Hacı Bektaş-ı Veli'nin gecesine katıldım ve bu felsefe üzerinde yaptığım 30 yıllık çalışmanın yolculuğu böylece başlamış oldu.
Hacı Bektaş-i Veli gecesine katıldıktan hemen sonra Hacı Bektaş-i Veli'nin Nevşehirdeki Türbesini ziyaret ettim.Böylece bilmediğim güzel bir dünya'yı keşfetme imkanına kavuştum.Bu dünya Alevi Baktaşi ozanlarının dünyasıydı
Ziyaretimim ertesi günü olağan üstü bas bir sese sahip olan bir ozanla tanıştım.Bu ozan cezveye yakın nefesler söyleyen Feyzullah Çınar'dı.Kendisinden daha önce dinlediğim bir nefesi okumasını söyledim.O gün yıldırım çarpmış gibiydim.Duygularım alt üst olmuştu.Adeta resmi Türkiye'yi ayrı bir çizgi'de yaşayan,ve bilinmeyen bir Türkiye'yi keşvediyordum.Tesadüfler,karşılaşmalar ve araştırmalar Prof.İrena Melikoff için bir dönüm noktası olacak ve Melikoff'un araştırmaları Alrevilik ve Bektaşilik üzerinde yoğunlaşacaktı.
İnsanlara başka bir dünya'nın kapılarını aralayacak Alevi ve Bektaşileri kendi kökenleriyle ilişkilendirecek ve kendi kendileriyle tanıştırmaya devam edecekti.Prof.İrena Melikoff kalan yaşamının tamamını Alevi,Bektaşi Öğretisi üzerindeki çalışmalara adamıştı.
Atatürk'e de büyük bir hayranlık duyan Prof.İrena Melikoff Ömer Lütfü Baran ve Fuat Köprülü'nün katkısıyla Türk İslam'ım kökenlerine inen çalışmalara yöneldi.Türk İslam batıni edebiyatında yoğunlaşan ve orada bektaşilikte derinleşerek Alevilikle'de tanışınca temel çalışması Alşevilik ve Bektaşilik oldu.Bu anlamda yaptığı çalışmalarla ilgili akamedik değeri olan bir çok eser bırakmıştır.Hacı Bektaş-ı Veli ve Efsaneden gerçeğe adlı eserleri dünya'ca tanınmış eserlerdir.
Prof.İrena Melikoff şöyle diyor.Alevilerin bir ceminde bulunuyordum.Bir Türk dostum bana bu gördüklerinize inanıyormusunuz deyince bende kendisine benim rolüm inanıp inanmak değildir.Gözetlemek ve anlamaya çalışmaktır.Manevi olarak Alevi ve Bektaşilerle tanışmam benim ruh ufkumu genişletti.İyiliğim ve hoşgörü'nün hala yaşam bulabildiği dinler üstü genişiliklere yükselmemi sağlamış oldu.İrena Melikoff Muharremin 11 günü 8 ocak 2009 yaşında dünyamızdan ayrılarak ebediyete intikal etmiştir.İnsanlığa ışık tutan bu bilik insanının mekanı cennet olsun.Ky.B.lrs.Sy.1977 ve a.b.tk.   

24 Şubat 2013 Pazar

SEYİT MAHMUT HAYRANİ


Mahmut Hayrani Türkmenistan'ın Horasan bölgesinden göç ederek anadolu'ya gelen erenlerden biridir.Seyit Mahmut Hayrani hakkında yazılanlara bakıldığında Babasının Mesut Paşa olduğu söylenir.Bir süre Doğu ve güneydoğu'da kaldıktan sonra Harrandan Konya'ya göç etmiştir.Mevlana ile çeğdaş olan Seyit Mahmur Hayrani bir süre Mevlana dergahında kalarak ondan feyz almıştır.Daha sonra Mevlana dergahından ayrılarak Akşehir'e gitmiş burada izdivaya çekilmek istemişse'de kapıldığı ilahi aşkın tesiriyle yollara düşmüş dağlarda dolaşmış ve ayrıca bir çok yeri gezdikten sonra yeniden Akşehir'e geri dönmüştür.
Seyit Mahmut Hayrani'yi çok seven Mevlana Celalettin-i Rumi onu hiç unutmamış gelenden gidenden hep onu sormuş hakkında bilmi almıştır.Keramet ve mucizat sahibi bir zat olduğu,hep kerametinden bahsedilen Seyit Mahmut hayrani hicri 667 miladi 1268 yılında konya akşehir'de vafat etmiştir.
Seyit Mahmut Hayrani Sultan dağı eteklerinde dağla aynı adı taşıyan Sultan mahallesindeki türbeye defnedilmiştir.Sandukasındaki yazının türkçesi şöyledir.Velilerin kutbu Mesut Şehit Merhum ve Mağfur senedim,efendim Seyit Mahmut ibni Mesut hicri 667 yılında vefat etmiştir.Allah'ın geniş rahmeti üzerine olsun.
Türbede Türk tahta işlemeciliği ve oymacılıuğının şaheseri olarak kabul edilen üç sanduka bir ermeni tarafından çalınmış bu sandukalar yurt dışına kaçırılmak üzereyken ikisi yakalanmış ve İstanbuldaki Türk islam eserleri müzesinde sergilenmiştir.Sandukaların üzerinde Velilerin kutbu Seyiy Mahmut ibni Mesut yazısı bulunmaktadır.
Önemli mimari özelliğie sahip olan Seyit Mahmut Hayrani türbesi daha sonra yapılan Mevlana türbesine örnek olmuştur.Bu iki zatın türbelerinin aynı mimar tarafından yapıldığı söylenir.Tunceli Mazgirt oradanda Harrana geçip daha sonra konya'ya giden Seyit Mahmut Hayrani Kureyşan Ocağı mensuplarının soyundan geldikleri zat olduğu belirtilmektedir.Doğu Anadolu'nun Dersim sancağına yerleşerek orada ocağını kuran Hacı Kureyş'in Mahmut Hayrani'nin oğlu olduğu belirtilmektedir.Bir çok menkıbe ve yazara göre Hacı Kureyş ve Şah Mansur(Baba Mansur) kardeş olduklarını öne sürselerde bu iki zatın çağdaş oldukları ancak kardeş değil aynı soy ağacına mensup oldukları yol ve erkan gereği pir talip ilişkisi içerisinde bir birlerine karşı saygı duydukları ve ocaklarına bağlı taliplerini eğiterek ehlibeyt yolunda hizmet verdikleri bilinmektedir.Her iki ocağın'da birer soy seceresinin olduğu bu secereler bilir kişiler tarafından incelenmesi sonucunda tüm gerçeklerin ortaya çıkacağı ve çok daha net anlaşılacağı gerçeği gözardı edilmemelidir.Ky.Tb.st.

22 Şubat 2013 Cuma

BEKTAŞİLİK

Adıyaman ve yöresinde güçlü bir dini lider olan ve aynı zamanda Selçuklu İmparatorluğunda ünü yayılan Baba İshak'ın 1240 da başlattığı ve Selçuklu imparatorluğunu temelinden sarsan ayaklanma konya yöresinde güçlükle bastırıldıktan sonra bektaşiler suluca kara höyük'te(Hacıbektaş ilçesi) ikamet eden Hacı Bektaş-ı Veli'nin etrafında toplanmaya başladılar.
Bektaşi hareketi anadolu'da on üçüncü yüzyıldan itibaren örgütlenmeye başlamıştır.Bektaşiler Hz.Muhammed-i Mürşit, Hz.Ali'yi Rehber, Hacı Bektaş-ı Veli'yi de Pir olarak tanıdılar.Mevlevilik daha çok kentlerde yayılırken Bektaşilik daha önceleri sınır boylarında ve kırsal kesimde yaşayanlar arasında yayılmaya başladı.Kalenderilik,İsmaililik ve Haydarilik tarikatlerinden olanlardandan'da bektaşiliği benimseyenler oldu.
Bektaşiliğin şamanlıktan izler taşıması,Anadolu türkçesini konuşması,tekli düşünce yerine her düşünceden olan insanları kucaklaması ve genel inançları ortaya koyması nedeniyle büyük ilgi çekmiştir.Bektaşiliğin kapılarını her düşünceden insanlara açması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu eğemenliğindeki Anadolu'nun hemen,hemen her yörersinde ve balkanlara kadar yayılması.
Neticesinde Ordu'nun bel kemiğini oluşturan Yeniçeri ocağı'nın yarı resmi tarikati haline gelmiş oldu.Bu nedenle Yeniçerilere taife-i Bektaşiyan denmiştir.Hacı Bektaş-ı Veli'nin ölümünden sonra Bektaşiliğin ikinci piri sayılan Balım Sultan Bektaşiliğin ayin ve erkanında değişiklik yapmıştır.Tekelleri yeniden düzene sokarak dünya'dan el etek çekmiş bir dervişler örgütü kurdu.Bu düzenlemeden sonra Bektaşilik bir birine rakip iki kola ayrıldı.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin soyundan geldiklerini öne sürdükleri için kendilerine bel evladı diyen kola mensup olanlar daha çok kırsal kesimde yayılmaya başladılar.Bu kola daha sonra Çelebiler kolu denildi.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin gerçek yolunu sürdüklerini iddia edenler ise kendilerini yol evladı yada sefili diye adlandırdılar.Yol Evladı denen gurup örgütlü ve düzenli tarikat yapılanmasıyla büyük kentlerde ve kasabalarda güçlendiler.Bu kola babalar kolu denildi.Yeniçerilerin çıkardığı ayaklanma'da Bektaşilerin büyük rol oynadığını düşünen II Murat yeniçeri ocağını kanlı bir biçimde bastırarak bu ocağı 1826 tarihinde tamamen kapatmıştır.Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılması Osmanlı askeri gücünü oldukca zayıflatmıştır.
II Murat bektaşiler üzerinde baskı kurarak bektaşiliğin yasaklanmasına kadar gitmiştir.Bektaşiliği yasaklayan II Murat Bektaşi ileri gelenlerinin bir kısmını asarak idam etirmiş bir kısmını'da Balkanlara sürgüne göndermiştir.Bu nedenle kurulan Bektaşi Tekkeleri yıktırıldı.Hacı Bektaş-ı Veli dergahı ve diğer büyük bektaşi dergahlarına sunni Şeyhler atandı.Amaç Bektaşiliği asimile etmekti.Ancak yapılan bunca baskılara rağmen Bektaşilik varlığını sürdürmeye devam etmiştir ve Atanan sunni Şeylerin bir kısmı Bektaşiliği benimsemişir.
1861-1876 Abdulaziz tahta çıktıktan sonra Bektaşiliğin yeniden serbest olması için karar verildi.Bektaşilikte bazı önemli kurallar vardır.
Bir pire bağlanmak,Mühip olmak,İkrar vermek,Kabul etmek,Onaylamak.Teslim olmak,Kendisini Allah'ın kaderine bırakmak ona sığınmak.Kanaat etmek,rıza göstermek,yani Haktan gelene razı olmak gibi bazı temel kuralları bulunmaktadır.Günümüzde ise sadece bektaşilik yada diğer kollar ayrı,ayrı varlığını sürdürmemektedirler.Bu inanç sistemi içerisine giren tüm görüşlere Anadolu'da Alevilik denmektedir.Ky.B.lrs.Sz.



20 Şubat 2013 Çarşamba

OSMANLI ÖZLEMİ

Cumhuriyet döneminde her zaman Osmanlı özentisiyle yaşayan insanlar olmuştu ancak Türk siyasi hayatında yeralan Adalet ve kalkınma partisi iktidar olduktan sonra Osmanlı özlemcileri oldukca çoğalmaya başladılar.Bu özenti aslında iktidarda olan hükümetin atadığı yada seçimle iş başına gelmiş olan yöneticilerin icraatlerı Osmanlıcı olanlara ilham kaynağı olmuştur.İstanbul'un yeni ilçelerinden olan ve geleceğin en güzel ilçesi olma özelliğine sahip Tuzla ilçesinin belediye sarayı oldukca iyi yapılmış dış görüntüsü'de güzel olan bir idare binasıyken Osmanlı özentisinin tatmin edilmesi için koca binanın dış cephesi milyonlarca Lira harcanarak saray görüntüsüne kavuşturulmuştur.
Bende bu ilçenin sakinlerinden biriyim.Oturduğum sitenin hemen arkasından geçen sokağın kaldırımlarında yürümek oldukca güçleşmiştir.Çünkü bu sokağın kaldırımları içten içe çökmüş eğri büğrü olan bu kaldırımda yürüme güçlüğü çektiğim için araç tehlikesine rağmen yol kenarından yürümeyi tercih ediyorum.
Vermiş olduğum kaldırım örneği dışında benzer bir çok örnek verebilirim.
Saray yavrusuna dönüştürülen belediye binasının dış cephesi için harcanan milyonlarca lira Tuzlanın tüm kaldırımlarını yenilemeye yeterli olurdu kanısındayım.Bu güzel ve şirin ilçede saatlerce Belediye otobüsü beklenirken Belediye zabıtaları dört çarpı dört ciplerle görev yapmaktadırlar.Yani zabıtanın ekip aracı dört çeker bir jeep.Aslında fazla'da yadırgamamak gerekir zira sarayda görevini sürdüren bir belediyenin zabıta ekip aracı'da cip olmalıdır.Çağa uygun olması açısından.
Osmanlı özlemi bütün kurum ve kuruluşlar tarafından olabildiğince hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.Bir başka deyimle yükselme devri başlatılmıştır.Lüks ve şaşaha.Bilindiği gibi Osmanlılarda'da bir dönemin ismi yükselme dönemidir.Ancak ondan sonra'da gerileme dönemi başlamıştır.Taki koca imparatorluğun çöküşüne neden olana kadar gerileme dönemi devam etmiştir.
Bence Osmanlı devri geride kalmıştır.Devir çoğulcu,laik,demokratik Cumhuriyet dönemidir.Bu ülkede yapılacak olan ne varsa laik Cumhuriyet kurallarına ve gereksinimlerine göre yapılmalıdır.Allah bu ülkeyi yönetenlere akıl ve izan nasip eylesin. 

5 Şubat 2013 Salı

ŞEYH BEDRETTİN

Asıl adı Bedrettin Mahmut olan Şeyh Bedrettin bazı kaynaklara göre 1358-1359 yılları arasında Edirnenin karaağaç beldesinde dünya'ya gelmiştir.
Babası bir Osmanlı emiri bir gazi oalan  İsrail'dir.Edirne osmanlılar tarafından alındıktan sonra Şeyh Bedrettin'in babası İsrail Dimatoka'ya bağlı simavna'ya kadı olarak atanmıştır.Şey Bedrettin'in annesi ise Rum ileri gelenlerinden birinin kızı olup sonradan Müslüman olan Melek hatun'dur.Şeyh Bedrettin Simavna kadısının oğlu olarak tanınmış ve bu sıfatla anılmıştır.Bu deyim sonradan Kütahya'nınn Simav ilçesiyle bağlantılı hale getirilerek ona Bedrettin Simavi denmeye başlanmıştır.Simavnalı Bedrettin öğrenim çağına geldiğinde ders arkadaşları kadızade-i rumi adıyla anılan ünlü matematikçi ve astrolog Musa ile Musa'nın babası Bursa Kadısı koca Mahmut'dan daha sonra'da konyadaki Alleme Feyzullah'dan ders almıştır.
Şeyh Bedrettin daha sonra Suriye'ye gitmiş ancak oradaki bilginleri küçümseyerek Kahireye geçmiş ve Kahiredeki bilginlerden ders almıştır.Şeyh Bedrettin Kahiredeki arkadaşları ünlü bilgin Cürcanlı Seyit Şerif ile Aydınlı ünlü tabip Hacı Paşa ile birlikte Mübarekşah Mantıki'den İlahiyat,Felsefe ve Mantık derslerini alarak eğitimini tamamlamıştır.
Şey Bedrettin Kahirede izdiva hayatı yaşayan Ahlatlı Hüseyinden tasavvuf dersi almıştır.Şeyh Bedrettin Şeyhi'nin buyruğuyla tebrize giderek Timurun huzurunda bilginlerle yapılan bilimsel konuşma ve tartışmalarda derin bilgisiyle başarı göstermiştir.
Bu tartışmaların ardından Kazvine giden Şeyh Bedrettin burada derin bir tasavvuf bilgisini aldıktan sonra Kahireye dönmüştür.Şeyh Bedrettin Kahireye döndükten sonra Memluklu sultanı Melik Zahir Berkuk'un hürmet ve takdirine mazhar olmuştur.Bu nedenle Ahlatlı Hüseyin'in tavsiyesi üzerine Sultanın oğlu Ferec'in hocalığına getirilmiştir.Şeyh Bedrettin Kahirede kaldığı süre içerisinde İslam Hukukunu kaleme almıştır.Bedrettin Şeyhi'nin ölümü üzerine bir süre onun yerine Şeyh olmuş ancak daha sonra Anadolu'ya geri dönmüştür.
Şeyh Bedrettin daha sonra Germiyanoğulları,Karamanoğulları beylikleri ile Aydın,Tire ve diğer yerlerdeki Alevi,Bektaşi yörelerini bir bir dolaşmıştır.Şeyh Bedrettin irşad maksadıyla Anadolu'da dolaştığı sırada batını düşünceyi yaymaya çalışmıştır.Alevi ve bektaşi Türkmenlerle ilişki kurarak onların üzerinde büyük etki bırakmıştır.Şeyh Bedrettin daha sonra rumeli'ye geçerek Edirneye yerleşmiş ve kendisini ziyarete gelenlere telkinlerde bulunmuştur.Şeyh Bedrettin'in bu çalışmaları Osmanlı Devletinde Şehzadelerin bir birleriyle mücadele ettikleri döneme denk gelmiştir.Şeyh Bedrettin'in büyük,erdemli ve güçlü bir bilgin olduğu her yana yayılmıştır artık.
Edirnede hükümdarlığını ilan eden Musa Çelebi Şeyh bedrettin'i kazasker olarak atamış ve bu sayede Şeyh Bedrettin'in saygınlığı gittikçe artmıştır.Şeyh bedrettin bu yetkiyi çok iyi kullanarak ününün yayılmasını başarmıştır.
Çelebi Sultan Metmet 1413 te kardeşi Musa Çelebiyi bertyaraf ederek yerine Sultan olunca Şeyh Bedrettin'i kazaskerlik görevinden alarak onun ilmine duyduğu saygıdan dolayı Şeyh Bedrettin'i oğlu ve kızıyla birlikte İznik'te zorunlu ikamete tabi tutmuştur.Ayrıca Şeyh Bedrettin'e 1000 akçelik birde maaş bağlamıştır.
Şeyh Bedrettin İznikte sakin bir yaşam sürerken bir taraftanda yeni kitaplar yazmakla zamanını değerlendiriyordu.Bir süre sonraİzmir Urla Karaburun yarımadasında bulunan ve Halife dede olarak anılan Börlükçü Mustafa'nın bazı faaliyetlerde bulunduğunu haber alır.Şeyh Bedrettin Hacca gişdeceğim bahanesiyle çocuklarını İznikte bırakarak önce Kastamonuya daha sonra Sinop'a geçerek bir gemiye binip kefe yoluyla Eflak Voyvodasının yanına gider.Mustafa dede olarak bilinen Börlükçü Mustafa Karaburunda Müridi olan Torlak Kemal ise Manisada Alevi ve bektaşileri bir araya toplayarak Osmanlıların içinde bulunduğu iç kargaşadan yararlanarak faaliyetlerde bulunurken Şeyh Bedrettin Balkanlarda İsyan hazırlıklarını sürdürmekteydi.Şeyh Bedrettin Eflaktan Osmanlı topraklarına geçerek balkanlarda Silistre,Dobruca ve Deliormanda etkili bir propoğanda yaparak etrafına büyük bir insan gücünü toplamayı başarır.Çok geçmeden Börlüceli dede Mustafa etrafına topladığı beş bir kişilik bir güçle Karaburunda İsyanı başlatır.Başlatılan isyan kısa sürede büyüyerek yayılmaya başlar.Börlüceli Mustafa dedenin başlattığı isyanı bastırmak için görevlendirilen İzmir sancak beyi Aleksandır isyancılara yenildiği gibi hayatını'da kaybeder.
Bu durum karşısında zor durumda kalan Osmanlı hanedanı Saruhan sandaktarı Ali beyi isyanı bastırmakla görevlendirir.Görevlendirilen Ali bey güçleride yenilgiye uğrayarak güçlükle Manisaya kaçarlar.Durumun gittikçe kötüleşmesi üzerine çelebi Metmet etkin önlemler almak zorunda kalarak Veziri Beyazıt paşa ile oğlu şehzade Murat'ı büyük bir kuvvetle Börlüceli Mustafa dedenin güçlerine karşı gönderir.
Beyazıt paşanın güçleri ile Mustafa dedenin güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanır.Bu çatışmalardan sonra Börlüceli Mustafa Dede güçleri yenilerek teslim olmak zorunda kalırlar.Çarpışmalarda Osmanlı güçler'de büyük zaiyat verirler.Beyazıt paşa esir aldığı isyancıları Ayasuluğa götürerek burada sorgular.Bunlardan bir çoğu Börlükçü Mustafa Dedenin gözleri önünde başları vurulmak suretiyle idam edilirler.Öte yandan Manisa ve civarında etrafına üç bin kişi toplayan Torlak Kemal'in isyanı Karaburunlu Mustafa Dedenin isyanı kadar etkili olmamıştır.Beyazıt paşa ve şehzade Murat Börlüceli Mustafa Dedenin isyanını bastırdıktan sonra Torlak Kemal'e karşı harekete geçerek onuda etkisiz hale getirdikten sonra Torlak Kemal ver arkadaşlarını idam ederler.Osmanlılar bu isyanın Alevi bektaşi isyanı olduğuna ve liderlerini,de Şeyh Bedrettin olduğunu düşünmekteydiler.Balkanlardaki deli orman bölgesine yerleşen Şeyh Bedrettin bir çok yere mektup göndererek haltan kendisine kaltılmalarını istemekteydi.
Şey Bedrettin kazasker olduğu dönemde rumelide çok sayıda yandaş edinmişti.Şeyh bedrettin Anadolu'da başlatılan isyanın yayılmasını bekliyordu.Dede Mustafa ve Torlak Kemal'in başlattığı isyanın bastırılması Şeyh Bedrettin ve yandaşlarının moralini ciddi bir biçimde bozmuştu.Bu sırada Sultan Metmet Çelebi Yıldırımın oğlu Musa Çelebi'nin(düzme Mustafa) saltanat iddiasıyla taselya ve Selanikteki faaliyetlerini önlemekle meşguldü.Ancak Serez'e geldğinde Şeyh Bedrettin'in İsyan hazırlığında olduğunu öğrenmiş ve Beyazıt paşayı bir kuvetle Şey Bedrettin'e karşı gönderir.Aslında Anadoludaki isyanın bastırıldığını haber alan Şeyh Bedrettin yanlılarının çoğu dağılmıştı.Yapılan çatışmalarda Şeyh Bedrettin yakalanarak Sultan Mehmet Çelebi'nin bulunduğu Sezer'e götürülür.Şeyh Bedrettin'in Rumeli fetihlerinin soyundan geldiği,büyük bir alim ve düşünür olması nedeniyle hemen öldürülmedi.
Sultan Metmet Çelebi bu nedenle din adamlarına bu konuda fetva vermelerini emretti.Şeyh Bedrettin'in giriştiği bu hareket'in islama uygun olup olmadığı cezasının ne olması hakkında bir bilgin heyetine soruldu.Heratlı Mevlana Haydar'ın düzenlediği bir fetva ile suçlu olduğu ilan edilen Şeyh Bedrettin 1420 yılında sezer pazarında bir dükkanın önünde asılarak idam edildi.Şeyh Bedrettin'in yazdığı eserlerin çoğu ya gizlenmiştir yada kaybolmuştur.Bu konuyla alakalı daha önce görülmüş olan bir davada mahkemenin verdiği karara göre Şeyh Bedrettin'in 48 eseri bulunmaktadır.Başka kaynaklara göre ise bu sayının 38 olduğu yönündedir.Şeyh Bedrettin'in en iyi incelenen eserlerinden biri Varidatt adlı eseridir.Öne çıkan eserlerinden bazıları şunlardır.Varidat,Camü-ül fasuleyn,Latif-ül işaret,Et-teshil,Meseret-ül kulüp,Unkud-ül cevahir,Çerağ-ül fütuh ve en son yazdığı Nar-ül kulüp gibi eserlerdir.(K.T.Trh.)

 

1 Şubat 2013 Cuma

DÜNYANIN SERMAYESİ KÖTÜLÜKTÜR

Kötü insanlar dahi zaman zaman barıştan söz ederler ancak kötülük olmadan ne yazıkki dünyanın çarkı dönmüyor.Nedenini kısaca şu şekilde izah etmek mümkündür.İnsanların yaşamlarını idame etmeleri için sermaye gerekir.Bu çarkın dönmesi için bazı nedenlerin oluşması ve bu nedenlerden beslenen odaklar sermaye birikimine gitmeleri gerekirki kapitalizm gelişsin ve çarkın dönmesine olanak sağlasın.
Sermaye ve kötülüğün ortak ilişkisinin nedenlerine bir göz atalım.Dünya'da en büyük kötülük silah üretip savaş çıkartarak insanları öldürmektir.Yer yüzündeki devletlerin tamamı gelirlerinin büyük bölümünü silah üretimine yada bu silahları üretici başka ülkelerden satın alarak insanlık için en büyük kötülük olan savaşa hazır hale gelmek ve bununla iftihar etmektir.
Dünya'da silaha harcanan paranın onda biri insanların refahı için harcanmış olsaydı yeryüzünde yoksul kimse kalmazdı.
Düşüncemiz insanların refahı ve mutluluğu yönünde olsada kötülük buna izin vermiyor.Çünkü sermayenin kapitalist ağaları kötülüğü kullanarak sermayelerini kat be kat artırma yolunu tercih etmektedirler.Bu nedenle fitne ve fesadın yayılmasında öncülük ederek insanlar arasına nifak tohumunu ekip çatıştırmak suretiyle konumlarını güçlendirmektedirler.Eğemen sermayedar güçler bu konuda her zaman başarılı olmuşlar.
Bu durum sadece silah üreticileriyle alakalı değildir.Örneğin insanların yaşam kaynağı olan besin ürünlerini üreten sermayedarlar'da aynı yolu tercih etmektedirler.Sermayelerini artırmak için sağlıksız ve ucun ürün üretmekle birlikte çalışan insanların özlük haklarından çalarak sermayelerini arttıma yoluna gitmektedirler.Bunların hepsi kötülüktür kötülük'de sermayenin ana kaynağıdır.
Kısacası hayatın her alanında kötülük ile sermaye birlikte hareket etmektedir.Dünyada kötülükten vaz geçilmesi dönen çarkın kırılmasına neden olacaktır'ki buda herşeyin yerle bir olması ve dünyanın yeni baştan oluşması anlamına gelmektedir.
Nasılmı!Kötülük olmazsa savaşlar olmaz insanlar ölmez kimse kimseyi sömürmediği için refah düzeyi eşitlenmiş olur.Hatta öyle bir düzen kurulurki devletler arasındaki sınırlar bile kalkar sonunda dünya nüfusu çoğalır beslenecek kaynak kalmayacağı için insanlar kendi kendilerini imha etmek yoluna giderler.Herşeye rağmen tercihimiz iyilikten yana olsun.
 

31 Ocak 2013 Perşembe

F U Z U L İ

Fuzuli Türk divan edebiyatında önemli bir yere sahip olan ulu ozanlardan biridir.Asıl adı Mehmet olan Fuzuli'nin babasının adı Süleymandır.1488-1495 yılları arasında Irak'ın Hil şehrinde doğduğu söylenmektedir.Yaşamı boyunca Iraktan başka hiç bir yere gitmemiştir.Tüm yaşamı Bağdat,Necef ve Kerbela arasında geçmiştir.
Irak Safevi hanedenlığının eğemenliği altındayken uzun yıllar Hz.Ali türbesinde hizmet etmiştir.Fuzuli şii inancına mensup olduğundan dolayı Hz.Muhammed ve Hz.Ali'yi bir birinden ayrı düşünmeyerek onları bir bütün olarak görmekteydi.Ayrıca Fuzulinin on iki imamlara olan bağlılığı ve Etlibeyte olan saygısı,Kerbela şehitlerine olan sevgi be bağlılığını yazmış olduğu deyiş ve mersiyelerinde açıkca dile getirmiştir.
Fuzuli Necef kentindeki Hz.Ali türbesinde hizmet ederken Safevi hükümdarı Şah İsmail(Hatayı) ratibe adı altında kendisine bir aylık bağlamış ve daha sonra bilinmeyen bir nedenden ötürü bu aylık kesilmiştir.Fuzuli'nin acem yada arap olmadığı Türkmenlerin Bayat boyundan olduğu söylenmektedir.
Çok iyi bir eğitim gördüğü söylenen Fuzuli Türkçe,Farsça ve arapça dillerini biliyordu.Mersiye ve deyişlerini bu üç dilde yazmıştır.Fuzuli, ayrıca devrinin geometri,fizik ve asronomi gibi bilim dallarıyla ilgilenmiştir.Irak Safevilerin elindeyken Safevilere yapıtlar sunan Fuzuli Irak 1554 yılında Osmanlıların eline geçtikten sonra Osmanlı padişahlarına yapıtlar sunmuştur.
Fuzuli'nin yapıtlarını çok beğenen Kanuni Sultan Süleyman Kendisine dokuz akçelik bir maaş bağlanmasını emreder.Fuzuli nişancı paşa'ya gönderdiği ünlü şikayetname adlı mektubunda kendisine bağlanan dokuz akçelik aylığın hiç bir zaman eline geçmediğini sitemkar bir biçimde eleştirmiştir.
Fuzuli'nin değeri ne Safeviler nede osmasnlılar tarafından yeterince anlaşılmamıştır.Fuzuli bütün yaratıcı gücünü insan ve evrenle ilgili düşüncelerini yazmış olduğu mersiye,deyiş ve yapıtlarında dile getirmiştir.Fuzuli'ye göre şiirin temelini bilim özünü ise sevgi oluşturur.Fuzuli bu düşüncesiyle bilimi ön planda tutmuştur.
Fuzuli'nin bu düşünce tarzı onun kendi çağının en aydın ozanlarından olduğunu göstermektedir.Fuzuli'ye göre gerçek varlık tanrıdır diğer varlıklar onun iradesiyle tecelli etmiştir.İslamda yaygın olan ve gelecekle ilgili önceden hisedilen ve bilinen yani keramet sahibi olduğu söylenmektedir.
Fuzuli'nin yazmış olduğu mersiyelerin ön sözlerinden'de anlaşıdığı gibi daha küçük yaştayken müzikle uğraştığı anlaşılmaktadır.Fuzuli'nin deyişleri din motifli değildir.Bu deyişler ve mersiyeler ağırlıklı olarak aşk temasıyla işlenmiş olan şiirlerdir.Fuzuli'nin işlemiş olduğu aşk teması dünyevi aşkla bir ilgisi yoktur.Ağırlıklı olarak manevi aşkı işlemiştir.Mesela Hak aşkı(Tanrı) Muhammeh,Ali,On iki imamlar ile ehlibeyt üzerine temalar işlemiştir.Fuzuli yezit tarafından kerbela'da şehit edilen petgamber torunlarına büyük saygı göstermiş ve sürekli olarak onları anmıştır.İyi şiirin ancak bilimle elde edileceğine inanan ozan bu düşüncesini yazmış olduğu Türkçe mesnevisinin ön sözünde dile getirmiştir.
Ozan bu konuda şu açıklamayı yapmıştır.İlimsiz şair esassız divar gayette bi itibar (çürük olur) sözleriyle belirtmiştir.İlimsiz şiirden kalıb-ı bi-ruh gibi tenefür kıldığını yani nefret ettiğini söylemektedir.
Fuzuli Türk edebiyatında ünü ve etkisi fazla olan ozanlardan biridir.Azeri,Çağatay ve anadolu türkçesiyle yazan bir çok ozanın Fuzuli'dan etkilendikleri görülmektedir.Azeri edebiyatı üzerindeki etkisi doğal olmakla birlikte Çağatay edebiyatında Ali Şir Nevai eğemenliği ile rekabet etmiştir.Osmanlı edebiyatında ise çağdaşları Hayali ve taşlıcalı Yayyadan başlayarak daha sonra yetişen Bağdatlı Ruhi,Baki,Naili,Nabi,Nedim,Şeyh Galip,yenişehirli Avni gibi şairler üzerinde büyük etkisi olmuştur.
Fuzuli şii olması nedeniyle Aleviler ve bektaşiler tarafından benimsenmiş olup onun deyiş ve mersiyeleri cem ibadetlerinde okunmaktadır.Alevi,bektaşiler Fuzuli'yi yedi ulu ozanlardan biri olarak kabul etmektedirler.Ayrıca şiiler Muharrem ayındaki kerbela anmalarında Fuzuli'nin yazdığı Hadikat üs-süade adlı mesnevisini okumaktadırlar.Fuzuli'nin halk edebiyatı üzerinde büyük etkisi olmuştur.Bir çok saz şairi ve ozan onun etkisinde kalmıştır.Bunarın en ünlü olanları Gevheri ve Dertlidir.
Fuzuli şiir ve düz yazı alanında önemli yapıtlar bırakmıştır.Türkçe,Farsça ve Arapça üç divan yazmıştır.Türkçe olarak sonradan basılan divanları şöyledir.Fuzuli divanı 1948 de Abdulbaki Gölpınarlı tarafından yine Fuzuli divanı 1950 de Ali Nihat Tarlan tarafından ve 1958 de Kenan Akyüz,Sait Yüksal,Müjgan Cumbur tarafından Türkçe olarak yazılıp basılan Leyla ile Mecnun adlı mesnevisidir.
1957 de Necmettin Halil Onan tarafından Esrar ile şarap arasındaki münazarayı (tartışma) anlatan ve Şah İsmail'e sunulan Bang-ü bade isimli eseri latin harfleriyle 1955 te kemal Edip Küçükoğlu tarafından hazırlanarak basılmıştır.Kerbela vakasını anlatan Hadika üs-suade (kutlu kişilerin bahçesi) saadete ermişlerin bahçesi adlı yapıtı'da Selahattin Güngör tarafından hazırlanarak basılmıştır.
Fuzuli'nin mesnevilerinden anlaşılacağı gibi Irakta doğmuş orda yaşamış Bağdat,Necef ve Kerbela kentleri dışında başka bir yere gitmemiştir.Deyişlerinden'de anlaşılacağı gibi Fuzuli'nin yaşamı diğer hak ozanları gibi yokluk içinde geçmiştir.Evlat olarak Fazlı isminde bir oğlunun olduğu söylenmektedir.Fuzulinin doğum tarihini 1480 olarak kabul edecek olursak 1556 yılında 76 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur.(Ky.by.sz.a.)




 

29 Ocak 2013 Salı

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Hayatı dizi film haline getirilerek bir Tv kanalında yayınlanan kanuni sultan Süleyman bu dizi filmde küçük düşürüldü diye başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bir çok osmanlı yanlısı tarafından eleştirilmişti.
Sefer düzenlediği yerlerdeki halka adil davranan Kanuni Sultan Süleyman ne yazıkki kendi bedeninden olan çocuklarına bu kadar adil davranmamış ve evlatlarını cellatlara boğdurtacak kadar acımasız davranmıştır.
Amasya Valisi olan büyük oğlu Mustafa babası Kanuni Sultan Süleyman yaşlandığı için tahta aday gözükürken Kanuni'nin annesi Valide Sultan küçük oğlu Selim'in tahta çıkmasını istiyordu.Bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük oğlu ve kendi öz torunu olan Mustafa'nın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünerek türlü yolları denemekten çekinmiyordu.
Babası I Selim(Yavuz Selim) gibi Kanuni Sultan Süleuman'da Safevi devletinden gelecek tehlikeler nedeniyle Safevilere karşı bir sefer düzenlemeyi düşündüğü sırada kendisine mühürlü mektuplar gelmeye başladı.Bu mektuplarda Amasya Valisi olan Mustafa'nın tahta çıkması için Safevi Şahına destek sözü verdiği yazılıydı.
Bu mektupların doğruluğunu araştırmayan Kanuni sultan Süleyman 1553 yılının bahar aylarında Orduyla birlikte Konya Ovasına geldi.O dönemler Amasya Valisi olan Oğlu Mustafayı otağına(çadır) davet eden Kanuni Sultan Süleyman verdiği talimat üzerine huzura gelen büyük oğlu Mustafa'nın silahı otağın kapısında görevli askerler tarafından alındıktan sonra içeri girmesine izin verildi.
Kanuni soğut bir edayla oğlunun hatırını sorduktan sonra oğlu Mustafa'ya istirahat etmersini söyleyerek çadırdan ayrılmasını istedi.Şehzade Mustafa Babası Kanuni Sultan Süleyman'ın çadırından çıkar çıkmaz daha önceden talimat almış olan eli baltalı yedi dilsiz cellat'ın saldırısına uğrayarak yaralanır.Kendisini savunan şehzade Mustafa bu yedi celladı etkisiz hale getirir.Bu esnada ünlü cellat zal Mahmut ağa elinde balta ile ona doğru geldiğini gördü.
Zal Mahmut ağayı elinde balta ile gören şehzade Mustafanın nutku tutulur.Sarayda en yakın dostu ve arkadaşı baş cellat zal Mahmut ağaydı.Zal Mahmut zaten yaralı olan Şehzade Mustafaya elindeki baltayı ya Allah diyerek indirince Şehzade Mustafa yere düşüp elleri ve ayakları cellatlar tarafından bağladıktan sonra boğazı sıkılarak öldürülmüş oldu..
Cesareti ve örnek kişiliğiyle herkesin gönlünü kazanan Şehzade Mustafa sözüm ona devletin bekası(yaşaması) için öldürülmüş oldu.Böylelikle valide sultan muradına ermiş oğlu Kanuni Sultan Süleymandan sonra küçük oğlu II Selim (sarı Selim) tahta çıkarmayı başarmıştır.zevke,sefaya düşkün olan II Selim(sarı Selim) pasif bir padişah olduğundan dolayı devlet işleri sadrazamlar tarafından yürütülürdü.Sadece Kanuni değil diğer Osmanlı padişahlarından bir çoğu saltanat ve taht uğruna kardeşlerini çocuklarını kuzenlerini öldürtmüüşler.
Osmanlıdaki bu taht kavgası genellikle II Beyazıttan sonra başlamış ve devam etmiştir.Kendi aile bireylerine adil davranmayan padişahlar halka ne kadar adil davrandıklarını fazla düşünmeye gerek yoktur.


 

26 Ocak 2013 Cumartesi

ŞAH İSMAİL (HATAYI)

Safevi devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Şah İsmail 1486 tarihinde Azarbaycan Serab'da doğdu.Şah Haydar ile akkoyunlu hükümdarı uzun Hasan'ın kızı Halime Begüm'ün oğludur.Şah İsmail'in babası Şah Haydar1488 yılında Şirvan Şahı Ferruh Yasar'la yaptığı savaşta öldürülmesi üzerine Şah İsmail,annesi Halime Begüm ve kardeşleriyle birlikte dayıları olan Akkoyunlu hükümdarı tarafından istarh kalesine kapatıldılar.
Beş yıl sonra Akkoyunlu tahtına oturan Rüstem bey kendilerini serbest bıraktı.Şah İsmail'in ağabeyi Ali Safevi tarikati'nin başına geçti.Akkoyunlu hükümdarı Rüstem beyle arası açılan Ali Safevi 1495 te Akoyunlu hükümdarı Rüstem bey tarafında öldürüldü.
Şah İsmail henüz çok küçük olduğu için müritleri tarafından Geylan hükümdarı Mirza Ali'nin yanına kaçırıldı ve yedi yaşına geldiğinde Şah ilan edildi.On iki yaşına kadar Lahican'da kalan Şah İsmail 1500 yılında topladığı kuvvetin başına geçerek önce Erdebil'e daha sonra Erzincan'a geçerek yöredeki aşiretlerden topladığı yedi bin kişilik kuvvetle Şirvana yürüdü ve babası Şah Haydarı öldüren Ferruh Yaser'i yenerek idam ettirdi.
Bu galibiyetten sonra Nahçıvan yakınlarında Akkoyunlu hükümdarı Elvend Mirza'yı yenerek Azerbeycan'a hakim olmayı başardı.Şah İsmail Safevi bu galibiyetten sonra Tebrizde Şahlığını ilan ederek on iki imamlar adına hutbe okuttu.
Kısa bir süre sonra Irak ve Fas hükümdarları ile Akkoyunlu Murat beyi Hamedan'da yenerek Şiraza ardındada Firizköy,Yezd,İsfahan ve Gazvin kentlerini ele geçirdi.Sınırlarını genişleten Şah İsmail ele geçirdiği topraklarda yaşayan ve kendisine karşı direnen sunni halk üzerinde baskısını arttırdı.Akkoyunlu Murat bey'in Dulkadiroğullarına sığınmasını bahane ederek 1507 yılında Dulkadiroğullarına saldırıp Harput ve Diyarbakır'ı topraklarına kattıktan sonra Bağdat üzerine yürüyerek Bağdatı'da ele geçirdi.Şah İsmail 1510 yılında Özbek hanı Muhammed Şahbani'ye karşı Mevr nehri yakınlarında kazandığı zafer horasan'ın Safevi eğemenliğine girmesiyle sonuçlandı.Babur Şah'la dostluk kurarak Horasanda'ki nüfuzunu sağlamlaştıran Şah İsmail Anadolu'ya gönderdiği halifeleri aracılığıyla Anadolu'nun Türkleşmesi,Alevi ve Bektaşiliğin yayılmasında önemli ölçüde rol oynadı.Şah İsmail yanlısı olan Şah Kulu'nun başlattığı isyan Osmanlılar tarafından güçlükle bastırıldı.Şah Kulu isyanının bastırılmasından sonra Şah İsmail tarafından Anedolu'ya gönderilen Nur Ali Koyulhisar'da etrafına topladığı Alevi,Bektaşi güçlerle 1512 de tokat'ı alarak Şah İsmail adına hutbe okuttu.Dönemin Osmanlı padişahı I Selim (Yavuz selim) bu ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırarak olayla alakası olmayan çok sayıda Alevi,Bektaşiyi öldürttü.
Osmanlılarla şavaşın kaçınılmaz olduğunu anlayan Şah İsmail Tebrize gelerek hazırlıklara başladı.Şah İsmail ve Yavuz Selim'in orduları 1514 te Hoy kenti yakınlarındaki Çaldıran ovasında karşı karşıya geldiler.Yavuz Selim Şah İsmail kuvvetleri karşısında zorlandığını görünce Kendi topraklarındaki kürt aşiretler ve Ermenilerden destek alarak Şah İsmail güçlerini yendi.Bu yenilgiyi fırsat bilen Özbekler Horasanı yeniden ele geçirmeyi başardılar.Şirvan Şahla yeniden barış imzalayan Şah İsmail Osmanlılarla yeniden savaşmak için hazırlıklara başladı.Ancak hastalandı ve bu hazırlıkları sürdüremedi.Toplan yedi yıl hükümdarlık yapan Yavuz Selim ise Çaldıran savaşından bir kaç yıl sonra sırtından çıkan bir yara sonucunda 1520 yılında ölünce Şah İsmail Osmanlılara karşı savaşmayı düşündüysede hastalığının ilerlemesi sebebiyle bu gücü kendinde bulamadı.Şah İsmail 1524 yılında henüz 39 yaşındayken Serab kentinde öldü.Şah İsmail'in cenazesi Erdebile götürülerek dedesi Seyit Safi'nin yanına defnedildi.
Şah İsmail aynı zamanda güçlü bir halk ozanıydı.Hatayı mahlasıyla okuduğu deyişleri Azeri edebiyatının en güçlü eserleri arasında yer almaktadır.Şah İsmail'in deyişleri ve eserleri Anadolu'da yaşayan Alevi ve Bektaşiler tarafından çok önemsenip değer verilir.Alevi,Bektaşiler Şah ismail(Hatayı) nın deyiş ve mersiyelerini cem ibadetlerinde okumaktadırlar. Şah İsmail deyişleri günümüzde'de özelliğinden hiç bir şey kaybetmemişler.Hatayı mağlasıyla okuduğu deyişler,mersiyeler ve gazeller aşk,özlem,dünya'nın fani oluşu
ile ilgili konular içtenlikli bir anlatımla ele alınmıştır.Bu nefesler bütünüyle Alevi Bektaşi islam inancını yansımaktadır.Halk diliyle söylenmiş ve Yunus Emre geleneğiyle sürdürülmüş olan bu deyiş ve nefesler Hz.Muhammed,Hz.Ali ve on iki İmamlara bağlılığı Yezzit Mervan ve Muaviye'ye karşı oluşu Mürşit ve pire bağlılığı Yol ve erkana sevgiyle bağlanmayı ,Ahlak ilkesine bağlı kalması ve iyilik yapmanın doğru olduğunu,kötülük ve dedikodu'nun kötü davranışlar olduğu konusu üzerinde hasasiyetle durmuştur.(By.ır.szl.a.)

 

25 Ocak 2013 Cuma

HÜKÜMETİN SURİYE TAKINTISI

Suriye'de meydana gelen ve yaklaşık bir yıldır devan eden iç kargaşa Türk Hükümeti'nin birinci günden maddesi olarak devam etmektedir.Türkiyede'ki mevcut hükümet neden Suriye ile bu kadar yakından ilgilenmektedir.Bilindiği üzere Suriyedeki yönetin Nusreyli yani arap alevisi.
Türkiyedeki yönetim ise hanefi sunni.Bakbakan Recep Tayyip Erdoğan sürekli olarak din ve mezhep üzerinden politika yapıyor.
Dolayısıyla mevcut hükümetin genel politikası din üzerinden yürütülmektedir.Hal böyle olanca suriyedeki iç kargaşada Türk hükümeti taraf olmuştur.Türk hükümeti Suriye'de sunni bir yönetimin iş başına gelmesi için elinden geleni yapmaktadır.
Suriyede tek adam yani totaliter bir rejimin olduğu doğrudur.Ancak izlenimler Suriye halkının Beşer Esat'tan memnun olduğu yönündedir.Küçük bir kesim sevmesede Alevisiyle Sunnisiyle ve diğer azınlıklar'la birlikte Esat Rejimini destekleyen bir çoğunluğun olduğu gerçeği ortadadır.
Suriye halkı Esat Rejimini desteklememiş olsaydı Esat şimdiye kadar çoktan yerindan edilmiş olurdu.
Bir zamanlar Esat ailesiyle can ciğer olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Şimdiyse Esat ve ailesinin bir numaralı düşmanı haline gelmiştir.Nedenini anlatmaya gerek yok neden açıkca ortadadır.Başbakan masum insanların öldüğünü söylemektedir doğrudur ancak iç çatışmalarda yada iki ülke arasında meydana gelen savaşlarda her zaman masum insanların öldüğü tarih boyunca görülmüştür.
Davosta bulunan dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Bir Türk Tv kanalına verdiği demeçte şöyle diyordu.Suriye yönetimi halkına uçak,Tank ve Toplarla saldırmakta halk ise kısıtlı imkanlarla kendini savunmaktadır.
Davutoğlunun bahsettiği halk Suriye halkı değil Suudi diktatörünün gidip suriyede savaşmaları için hapishanelerden salıverdiği binlerce mahkum ile Türkiyeden gidenler ve El kaideye yakınlığıyla bilinen terör örgütlerinden oluşan ve aynı zamanda Türkiye Suudi Arabistan,katar ve diğer bazı arap diktatörlerince desteklenen guruplar ile Suriye ordusu arasında çatışma olmaktadır.
Bu çatışmalar esnasında ne yazıkki sivil masup suriyeliler ya ölüyorlar yada canını kurtarmak için Suriyeyi terk ediyorlar
Dışarıdan
dahale olmasaydı Suriye meselesi kendi içinde çözüme kavuşmuş olurdu.Bir halkın iç meselesinin en doğal çözüm şekli yine o halkın kendi içindeki çözümle ortadan kalkar.Aksi halde dışarıdan yapılan müdahaleler meseleyi çözümsüzlüğe götürerek içinden çıkılmaz bir hale getirir.

18 Ocak 2013 Cuma

BANA NE RİYAKAR DOSTTAN










Bana ne riyakar dosttan
Gerçek dost olmadıkca
Dostunu pula satanı gördük
Dost görünüp düşman çıkanı gördük
Düşman bilip dost olanı gördük
Daha neler gördük neler
Güvenilmez bu dünyaya
De dost belli nede düşman
Seç seçe bilirsen
Yiğit düşman riyakar dosttan iyidir
Nesimi taşlanırken dostu gül atmış
Ozan şöyle demiş
Elin taşı gelir geçer
Dostun gülü deler geçer
Demiş ya anlayana
Gül atmak riyakarlıktır
İyi ve kötü günü paylaşmaktır
Gerçek dostluk
Acıya ortak olmaktır dostluk
Dostluk hayatı paylaşmaktır sevgidir
Riya ile dostluk olmaz
Olursa riyasız gerçek olsun dostluklar


Derviş Sevin

17 Ocak 2013 Perşembe

DÜŞÜN GERÇEK OLSUN

 
 
 
 
 
 
 
 
 
Koy yastığa başını dal düşler alemne
Dünyan toz pembe olsun
Çöldeki serap gibidir
Bazen götürür uzaklara
Bazen getirir yanıbaşına sessizce
 Ne emek ister nede para pul yeterki düşle
Her şey toz pembe ve güzel
Bazen hüzünlendirir bazende mutlu eder insdanı
Yap yapabildiğin her şeyi
İster köşk yap ister saray
İstersen kanat tak gök yüzünde süzül
Seyret alemi
İstersen yürüyerek dolaş deryaları
İstersen bir güzele aşık ol
Leyla ile mecnun misalı
İster şah ol ister padişah
İstersen firavun ol hükmet dünyaya
Yap yapabildiğin her şeyi
Düş biter dönersin hayatın gerçeklerine
Eski tas eski hamam
Ne düş kalır nede onun toz pembe dünyası
Başlar hayatın zorlukları yeniden
Uğraş uğraşabilirsen
Bir'de feleğin sillesini yemek varki Vay anasını vay
Dünyası kararır insanın
Gerçekler benzemezki düşlere
Başarabilirsen azminle birleştir yüreğini
Düşün gerçek dünyan toz pembe olsum
 
 

16 Ocak 2013 Çarşamba

BABA MANSURLULAR

Türkiye'de yaşayan ve orta asyadan göç yoluyla bu topraklara gelen Baba Mansur ailesi çoğalarak günümüzde binlerce aileye ulaşmıştır.Baba mansurlular olarak bilinen bu aileler daha önceleri kırsal kesimde,köylerde yaşarlarken günümüzde ağırlıklı olarak büyük şehirlere göç etmiş ve bu şehirlere yerleşmiş bulunmaktadırlar.
Başta İzmir,İstanbul,Ankara,Bursa,Kocaeli,Mersin,Adana gibi iller olmak üzereElazığ,Malatya, Erzincan,Erzurum,Tunceli,Bingöl,Muş Varto ve diğer bazı şehirlerdede yaşamaktadırlar.Baba Mansurlular soyundan geldikleri Baba Mansur'un adıyla anılmaktadırlar.Halk arasında dede babalar olarak bilinen baba Mansurluların soy seceresi Türbesi Türkmenistanda bulunan ve Baba Mansur'un babası olduğu söylenen Aslan Babaya dayandırılmaktadır.Bazı araçtırmacı yazarlar ile bazı Baba mansur evlatları baba Mansurluların soyunun Hallacı Mansurdan geldiğini iddia etmektedirler.
Bu düşünce tamamen yanlıştır.Hallacı Mansur hiç anadoluya gelmemiştir.Arap yarımadasında doğmuş orda yaşamış ve orda öldürülmüştür.Yaşamının son dönemlerini Bağdatta geçiren Hallac-ı Mansur'un İblis yani şeytan için yazdığı ta sin ül ezel risalesi ile miraç adlı risaleleri yüzünden kendisine karşı olan düşmanları harekete geçerek aleyhinde kampanyalar başlatmışlar.Bunun üzerine halife el Muktedirin emriyle 25 Mart 922 de 64 yaşındayken hambeliler ve şafiiler tarafından önce asılmış sonrada parçalanarak öldürülmüştür.
Tarihlere bakıldığında Hallac-ı Mansur Baba Mansurdan 276 yıl önce ölmüştür.Çünkü Baba Mansur'un ölüm tarihi 1198  olarak geçmektedir.Bazı yazar ve bazı Baba Mansur evlatlarının iddia ettikleri gibi Hallacı Mansur Baba Mansurluların atası değidir çünkü Hallacı Mansur anadolu topraklarına gelmemiştir
Baba Mansurluların soyundan geldikleri zat Ahmet Yesevi'nin talimatıyla Türkmen aşiretleriyle birlikte anadoluya gelip o Dersim,Hozata bağlı Mohundu beldesine yerleşmiş selçuklular tarafından aşırı baskıya maruz bırakıldığı için çocuklarının bazılarını günümüzde köy konumunda olan mohunduda bırakarak Artuklu başkenti olan Harputa sığınmıştır.
Vergide Selçuklulara bağlı olan Artuklular baba Mansuru Selçuklulara karşı korumakra güçsüz kalınca yine selçuklular tarafından Eski Harputta(Elazığ) yanındaki ailesiyle birlikte asılarak yaşamına son verilmiştir.
Artuklular tarafından yaptırılan Baba Mansur türbesi daha sonra Selçukluların harputu ele geçirip Artukluları ortadan kaldırmasıyla birlikte yerle bir edilen artuklu yapılarıyla birlikte Baba Mansur türbeside yıkılmıştır.Kazılarda ortaya çıkarılan Baba Mansur Türbesi Artuklu mimari özelliğine uygun olarak sekizgen şeklinde iki katlı olarak yeniden yapılmıştır.Türne eski harputta bulunmaktadır.

 
HOŞ GELDİNİZ